
Yeğenim Hacer Meral Anlatıyor!
Mükremin Kızılca
Yıl 1977
O sabah Hikmet dayımla Ayşe monam erkence kalkıp öğleye kadar darı ektiler.
irisi sabanı idare ederken birisi de ardından açılan çiziye darı tanelerini tek tek atıyordu.
Boyunduruğun sağ yanında bir öküz, sol yanında da bir inek vardı. Ayşe monamın her dediğini hemen uygularlardı, son derece itaatli ve eğitimli bir çift idiler.
Alaca, iri bir kuş sabanın geçtiği yeri takip ediyor çıkan solucanları yiyordu.
Burası Saparca’nın karşısında Aşılık mevkiiydi, Balkusan deresinin karşısında bir yerdi. Az ötede Yörük obaları vardı. Buraya köyden bir gün önce gelmiştik.
Ben o zaman beş yaşındaydım, Ayşe monamı çok seviyordum. Babamgil Mersin’in Bozön köyümde imamlık yapıyordu. Beni anneannemin yanında bırakmışlardı.
Öğleye kadar çift sürdükten sonra dinlenmek için ara verdiler. Çift öküzü ve ineği derenin boyunda dize kadar çıkan ibrişim gibi çayırda yayılmaya bırakıldı. Mevsim bahar, günler Hıdırellez sonrası günlerdi.
Hikmet dayım ve monam kelife geldiler.
Monam ortaya bir azık çıkısı serdi. Üzerine kendisi için köyden getirdikleri tazecik çıbık tefeğini koydu, çıbık tefeğini yufkaya sarıp tuz çiledikten sonra yiyordu. Monam bunu çok severdi.
Hikmet dayıma çok sevdiği pekmezi, bana da kuru keş sahınını koydu. Biz de onları çok seviyorduk.
Çok geçmeden havada sert esintiler başladı, ardından da bir yağmur tuttu. Yağmur sulu sepen halindeydi. Uzaklardan gök gürlemeleri geliyordu, ufuklardaysa dalga dalga yıldırım kıvılcımları çakıyordu.
Yağmur hızlanınca monam dayıma, kalk oğlum şu kapıyı kapat da içeri yağmur gelmesin, dediğinde dayım kenarda uyukluyordu. Monam kendisi kalkıp yukarıya ardılmış kıl çuldan kapıyı aşağıya atmaya çalışırken ne olduysa oldu.
Büyük bir gök gürültüsü kopmadan önce çakan yıldırım monama isabet etmişti. Monam yavaşça yere yığıldı. Hikmet dayım içeriye aldı, ağzına birkaç damla su verdi ve bana:
“Monan hastalandı, kucağında ben geliş yat” deyip ata atladığı gibi dereyi geçtiği bir oldu. Onun derenin karşısında dörtnala gittiğini görüyordum.
Ben ne olup bittiğini anlamıyordum, monamın kucağında saatlerce yattım, uyudum. Monam hiç kıpırdamadan duruyordu. Karnım iyice acıkmıştı, gün kaşlara değmiş, akşam kararmaya başlamıştı.
Monamın saatlerdir hareketsiz duruşu içimde bir höyüflenme meydana getirdi. Kelifin üzerine çıkarak olanca sesimle ağlamaya ve bağırmaya başladım:
Monam öldü, monam öldü!
Diyordum.
Çok geçmeden Göde Veli Yörük obasından geldiler, kelifin içi dışı Beğbunarı’ndan ve Saparca’dan gelen insanlarla doldu. Dışarıya gövleme ateşi yaktılar, ısınıyorlardı.
Beni bir kadın sırtına hopuç edip obaya götürdü. Orada benim gibi kız çocuklarıyla oynamaya başladık. Burada yorulmuş uyuya kalmışım.
Uyandığımda karanlıkta derenin içinden geçen birisinin sırtında olduğumu anladım. Gözümü açtım, ön tarafta dört beş kişi merdiven gibi bir şeyi omuzlamışlar Türbe yolundan gidiyorlardı. Vakit yatsı sıralarıydı.
Hikmet dayım Murat dayımı ve bazı akrabalarını alarak Gargaradan gelmişler monamı savcının da geldiği Türbeye (Balkusan köyü) götürüyorlardı.
Türbede savcı kahvehanede dayılarımın ifadesini aldıktan sonra beni de yanına çağırdı, “sen ne gördün kızım” dedi. Ben de: “Monamın gözüne yıldırım ateşi gitti emmi” dedim.
Monamın ölüm kâğıdına “ödü patlayarak öldü” yazmışlardı.
Monamla beraber Güneyyurt Belediyesinin tahsis ettiği bir arabayla aynı akşam geç saatlerde köye geldik.
Monamı sabahısı defnettiler.
Allah rahmet eylesin!
(Hacer Meral 16 Ağustos 2022 Konya)