Uyarı / Yorum
Mükremin Kızılca
Son yıllarda kendilerini tarikat, cemaat olarak addeden kuruluşların mensupları iyice çığırından çıkmaya başladı.
Televizyonlarda, Facebook'ta, tiktok'ta, Twitter'da, Instagram'da bütün sosyal medya platformlarında iyice coşkuya gelerek her şeyi ortaya dökmeye başladılar.
Şeyhlerini, önderlerini, İslam'ın müsaade etmediği tarzda yüceltmek adeta tapınırcasına yükseklere çıkarmak ve onları gavs yani tek yardımcı olarak kabul etmek inanılır şey değildir.
Sosyal medya ortamlarında her türlü nafile ibadetleri sergileyerek riyanın en alasını ortaya koyan bu sözüm ona müritlerden acaba şeyhlerinin haberi var mı? Eğer varsa rezalet kat kat daha yükseklere çıkmaktadır.
Adamlar sosyal medya platformlarında milyonlarca insanın önünde post kavgası yapıyorlar, rabıta tarif ediyorlar, pop sanatçıları gibi gösterilerde bulunuyorlar, her türlü çalgıyı çalarak güya zikir yapıyorlar ve üstelik kendilerinin en doğru olduğunu sanarak büyük bir gaflette olduklarını kanıtlıyorlar.
Bu alenen post kavgası yapan güya tasavvuf erbabı ve gizli kalması gereken özel ibadetlerini alenen teşhir eden güya sofilerin bir de birbirlerini küfürle, şirkle, münafıklıkla, terörle suçlamaları var ya, aman Allah'ım ne günlere kaldık dedirtiyor insana.
Benim burada yapacağım uyarı ise şudur!
Bugün 1990'lı yıllarda Ali Kalkancı, Müslim gündüz, Fadime Şahin gibi konu mankenleri ile İslamiyet’in nezih duruşuna gölge düşürmelerine sebep olan olayların tekrarlanmak istendiğidir.
Bu gafil sofiler ve tasavvufçular arasında her türlü ajan, çoğu yabancı olmak üzere şu anda cirit atmaktadır.
Bu ajan sürüleri çoğu mürit hatta sofi ve şeyh kılığına girerek bir şeyleri olgunlaştırmaya çalışıyorlar.
Bu olgunlaştırmaya çalıştıkları şey tarikatların ve cemaatlerin holdingleştiği, büyük paralara sahip oldukları, devlet kadrolarında söz sahibi olacakları, zamanla devlete başkaldırabilecekleri gibi halkın içinde FETÖ olayından sonra yer eden olguyu ve algıyı güçlendirmektir.
İslamiyet’i daha sıkı ve daha derin bir yaşama şekli olan tasavvufta tevazu ve gizlilik esastır.
Tasavvuf ehlinin halka açık alanlarda tartışmaları, itişmeleri, kakışmaları ve birbirinin aleyhine sürtüşmeleri ahlaksızlığın daniskasıdır.
Tasavvuf erbabının yaptıkları ibadetleri, nafile aktiviteleri anlatmaları, onları yapmaya mecbur tutmaları ve nafile ibadetleri yaparken film çekip yayınlamaları mürailiğin en alasıdır.
İslamiyet’te bidat diye bir kavram vardır, bu sünnetin tersi ve ilahi yasaların aksidir.
Bidat demek İslamiyet’te yeni bir ibadet şekli sokmak veya var olan ibadetlere ekleme, çıkarma yapmak değişiklik, getirmektir.
Tasavvuf erbabı sosyal medyada televizyonlarda kendini teşhir edemez. Bu, kesin haram olan ve lanetlenen riyanın en büyüğüdür. Çünkü tasavvuf erbabının İslamiyet’in kurallarından fazla olarak yaptıkları tamamen bir nafile olup nafile ile övünmek tasavvufun ruhuna tamamen aykırıdır.
Tasavvuf: öğünme, kibirlenme, gururlanma ve üste çıkma yeri değil kendisini herkesin altında görme makamıdır. Nitekim İmam-ı Rabbani merhum, “ben kendi nefsimi Frenk kâfirinden bile aşağı görürüm” demiştir.
Eğer bir tasavvuf okulunda hanedanlık hâkim olur, liyakat ve ehliyet bertaraf olursa o artık yoldan çıkmış demektir.
Eğer bir tasavvuf okulunda istişare ve danışma olmadan hayati kararlar veriliyor ve fikir üretmeye karşı çıkılıyorsa düşüş başlamış demektir.
Hangi tasavvuf okulu olursa olsun en ufak biriminden en üst liderliğine kadar gelecek olan kişi mutlaka sınavla ve seçimle gelmelidir, aksi halde ortada bir hakkaniyet kalmaz.