
Terörün Panzehri İslam'dır!
Mükremin Kızılca
Son yıllarda İslami Terör gibi vahşice bir tabirle karşı karşıya bulunuyoruz.
Bütün devlet adamlarımız bu tabiri kullandırmamaya gayret ediyorlar, son olarak sayın cumhurbaşkanımızın Alman Şansölyesi Merkel’in ağzından bu tabir çıkar çıkmaz müdahale etmesi takdire şayandır.
Bununla beraber bu gün İslam ülkelerindeki akan kanı da ikiye ayırabiliriz;
Birincisi; İslam’ın kendi mensuplarının aralarındaki farklılıklardan kaynaklanan tartışmalar ve çatışmalar.
İkincisi de yaptığı yanlış yorumlarla Müslüman olmayanlara ve masumlara bireysel kanlı saldırılardır ki konumuz bu ikinci guruba girmektedir.
Birinci gurup tartışma ve çatışmalar kendi içimizdeki mezhepsel sorunlar (!) olup başımıza ümmet yani tüm Müslümanlar olarak bir lider seçebildiğimiz takdirde bunları belki kaldıramayız ama mutlaka kan akmasını önleyebiliriz.
Bir Müslümanın İslami kaygılarla savaşlar dışında kendinden menkul fetvalarla insanlara saldırıda bulunması asla kabul edilemez ancak bu hareketler “Müslüman olduklarını söylemeleri ve İslam adına bunu yaptıklarını beyan etmeleri” durumunda bizleri bağlar ve bu ayıptan kurtulmamız gerekir.
Dünyayı bu korkudan kurtarmamız için İslam’ı çok iyi anlatmamız gerekmektedir. Bu arada da aşırı uçtaki ifratçıları ve fitnecileri bertaraf etmemiz lazımdır. Bunun için uluslararası İslami kuruluşlara büyük görevler düşmektedir. Bu kuruşları harekete geçirmek için nüfuslu ve nüfuzlu ülkelere büyük vazife düşmektedir.
Bu ülkelerin başında Türkiye, Mısır, İran, Suudi Arabistan, Endonezya ve Pakistan gibi ülkeler vardır. Bu ülkeler İslam ülkelerinin bir tür güvenlik konseyi görevini almalıdır ve almak zorundadır.
Bunu okuyan değerli okuyucularımızın; “bu ülkeler kendi sorunlarını halledemiyorlar, hepsinin inanç bakımından kapanmaz açık araları var, bu tamamen bir hayaldir” dediklerini de duyar gibiyim. Ama ne olursa olsun Müslümanlar olarak İslam Korkusu algısını ve bu yıkıcı imajı kaldırmamız gerekmektedir.
Bunu yapabilmemiz için ufuklu ve evrensel liderlere ihtiyacımız vardır. İslam ülkelerini toparlayacak, kararlar aldırabilecek İslam’ı iyi anlamış ve yorumlamış, basit ayrılıkları önemsemeden dünyanın gözleri önünde tüm Müslümanları karar alabilir hale getirecek bilge önderlere ihtiyacımız vardır.
Bu gün dünyanın en kalabalık toplantıları İslam ülkelerinde gerçekleşmektedir, her yıl hac için ortalama beş milyon insan hicazda bir araya gelmektedir, Bangladeş ve Pakistan’da da beş milyon tebliğ cemaati üyeleri toplanmaktadır neden bunları bir iyiliğe çevirerek İslam kardeşliğini pekiştiremiyoruz? Neden İslam’ın adının kanla lekelenmesini bertaraf etmeyi düşünmüyoruz?
Yüce peygamberimiz 13 yıllık Mekke döneminde hiç kimseye “öte git” dememiş, gerekirse inananları “ötelere” muhacir göndermiştir.
Medine’de herkes İslam’a saldırırken o Allahtan savaş izni beklemiş ve alıncaya kadar zırhını kuşanmamıştır. Buna rağmen hep önce ölmüşüz sonra savunmaya ve ya saldırıya geçmişiz, İslam’ın bu dönemlerini bilmeyen doğu bilimciler kötü niyetle sanki İslam savaş diniymiş gibi bir algı oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Mesela Hudeybiye ve daha birçok anlaşmayı ilk bozan asla müminler olmamıştır. Bu anlaşmayı bozan Mekkeli müşrikler olmuş ve Mekke’nin fethi için yürüyüşe geçilmiştir. Buna rağmen kan dökülmemesi için hem de 13 yıl Müslümanları ezenlerin kanlarının dökülmemesi için ve hidayet kapılarından girebilmeleri için günlerce görüşmeler yapılmış ve Mekke’ye öyle girilmiştir. Girince ne kan dökülmüş ne intikam duygusu güdülmüştür.
İslamiyet adını aldığı selam ve selamet barış ve esenlik kollarını herkese açmıştır. Bu gerçeği tersine çevirmek isteyen bilgisizleri yola getirmek için Müslümanların artık ayağa kalkma zamanı gelmiştir.
Bu kıyam ve ayağa kalkış sadece tebliğ ve doğruyu anlatmak yoluyla olacaktır.
Bunun için: amacı koltuk, makam, hırs ve debdebe değil sadece İslam olan ferasetli önderlere ihtiyacımız vardır.