Mükremin Kızılca

Selanik'te Bir Türk Köyü: Gargara

Mükremin Kızılca

Gargaralılar tarifi mümkün olmayan bir heyecan içinde yeni köylerini imara başladılar.

Selanik’teki bu yeni yerleşimlerinin adının gargara olarak tescili resmi mahfillerce de uygun görüldü.

Yeni Gargara eski Gargaraya çok benziyordu. Kayaları, dereleri, tepeleri, arazi eğimi ve yapısı aynen eski Gargara gibiydi.

Gargaralıların eski Gargarada paraya çevrilen bütün menkul ve gayrimenkulleri aynen kendilerine teslim edildi. Sürüsü olana koyun ve keçi sürüleri verildi. Her aileye yüzer dönüm arazi tahsis edildi. Sürüleri için binlerce dönüm mera ve otlakıye ayrılmıştı.

Ev ve ağıl tarzları herkesin kendi kafasına göreydi, Ermenek Gargaradaki gibi iki katlı kara yapı evler inşa edildi. Sadece çift öküzü ve yük eşeği – katırı olanlar bunları evlerinin alt katına bağlarlardı. Daha fazla sürüsü ve ineği olanlarsa ayrı bir ahır yaparak onları sıcaktan ve soğuktan korurlardı.

Gargaralılar yeni yerlerinde iki şeyin hasretini hiç yüreklerinden atamadılar birisi yaylacılıktı. Yeni Gargarada yüksek rakımlı yaylalar yoktu, yaz kış aynı coğrafyada geçirilirdi. Diğeri ise eski Gargara idi, bu hasreti yeni köylerine Gargara adını vererek nispeten hafifletseler de o arkadaşlıklar, dostluklar, komşuluklar, hısımlar, akrabalar ve altından ırmaklar akan cennet köşeyi yüreklerinin köşesinde hep canlı tuttular.

Gargaralılara sürüp işleyemeyecekleri kadar tarla verildi. Ancak onlar bir çift at veya öküzle işlenebilecek kadarını işlediler. Kalan yerler meraya dönüşüp sürülerine otlakıye oldu. Bu meralarda at yetiştirip akıncıların kullanması için devlete satılıyordu.

Osmanlı devleti belli başlı arazilere bir tımar tayin ederek vergilerini toplardı. Yeni Gargaranın tımarı kendi aralarından Fazlullah oğlu Veysel Efendi oldu.

Devlet her canlı hayvandan belli bir cüzi resim alırdı. Arazi mahsullerinden de öşür adıyla Kur’an’da da geçen onda bir mahsul vergisi yani zekâtı alınırdı.

“O, çardaklı - çardaksız olarak bahçeleri, ürünleri, çeşit çeşit hurmalıkları ve ekinleri, zeytini ve narı (her biri) birbirine benzer ve (her biri) birbirinden farklı biçimde yaratandır. Bunlar meyve verince meyvelerinden yiyin. Hasat günü de hakkını (öşrünü) verin, fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf edenleri sevmez.” (Enam 141)

Zeytin, tütün, dut ve diğer meyve ve sebzelerden de aynı veya daha düşük nispetlerde vergiler toplanırdı. Öşrü mültezim adı da verilen tımar sahibi toplar yerel harcamalardan kalanı devlete teslim ederdi.

O zamanlar belli sürede bir askerlik yok gibiydi. Tımar sahibi kendisine bağlı köylerden sefer zamanında belli sayıda atlı ve yaya askeri orduya katmak zorundaydı.

Gargarada büyük sürü sahibi olanlar kısa süre içinde mallarını ikiye üçe katladılar. Mallarını güttürmek için gayrimüslimlerden çobanlar tuttular. Geniş arazilerinde hububat ekimini artırmak için de Balkan yerlisi Rumlardan kar ortağı çiftçiler istihdam etmeye başladılar.

Selanik Gargarada da Ermenek Gargarada yetişen her ürün yetişiyordu. Nar, incir, üzüm, zeytin, dut ve benzeri ticari meyveler elde ediliyordu. Dut ağaçları ipek böceği için dikilir ve ipek üretimi yapılırdı.

Gargaralılar ilk muhtar olarak oy birliğiyle Abdülkadir ustayı seçtiler. O artık Gargaranın ilk muhtarı ve demirci esnafı olarak halkın önemli bir uğrak yeriydi.

Fazlullah oğlu Veysel Efendi kendi eliyle istinsah ettiği Beşir Çelebi merhumun Mecmûatü’l-Fevâid kitabını elinin altından ayırmıyor, bütün köylüye Allah’ın izniyle şifa dağıtıyordu.

Beşir Çelebi, Fatih Sultan Mehmet Han merhumun ser tabiplerinden olarak ünü her yere yayılmıştı. Onun Mecmûatü’l-Fevâid adlı eseri Balkanlarda sadece Fazlullah oğlu Veysel Efendide vardı. Bu nedenle çevre köyler de sağlık sıkıntılarında Gargaraya gelirlerdi. Özellikle Baraklı ve Avanlı köylerinin şifa kapısı da Gargara olmuştu.

Fazlullah oğlu Veysel Efendi evinin bir odasını şifahane olarak kullanıyordu. Burada ağaç ve demir dibeklerde her türlü terkip yapılır ve halka sunulurdu. Odanın duvarları içi ham şifa maddesiyle dolu kaplarla süslüydü. Gargaranın devasa meralarında her türlü şifalı bitki doğal ortamda yetişiyordu. Bu bakımdan Fazlullah oğlu Veysel Efendi Mecmûatü’l-Fevâid kitabında geçen bitkileri kolaylıkla elde edebiliyordu.

Avrupalılar o sırada hastalara şeytan girmiş diyerek olmadık işkenceleri yaparlardı oysa Avrupa’ya ayak basan Anadolu Türkleri nebati, hayvani ve madeni bütün şifa kaynaklarına vakıftılar. Onların İbn-i Sina, Biruni, Farabi ve Beşir Çelebi gibi dünyaca ünlü doktorları vardı.

Ellerinde de Mecmûatü’l-Fevâid, el-Kanun fit’tıbb ve Hayatü’l-hayvan gibi nadide tıbbi ansiklopediler vardı.

Yazarın Diğer Yazıları