Mükremin Kızılca

Şair - Şiir - Şuur

Mükremin Kızılca

Şair: şiir yazan, şiirin sahibi kişidir.

Şiir, şuur kelimesiyle aynı kökten olup bilinçlenme, anlayış sahibi olma, konuşmada ve dinlemede adalet üzere hareket etmek manasına gelir.

Şiir aynı zamanda bildirmek manasına gelir, şairin gönlündeki coşkuyu ve hisleri muhataba bildirmek için yazıya dökülen ilham kaynaklı eserlerdir şiirler.

Şiir: kâinatın efendisinin bile dinlediği ve güzel şeyler ihtiva ettiğinde şairine iltifatlar yağdırdığı bir sanattır.

Ancak şiirin amacı: insanlar arasında bozgunculuk, kadınlara kur yaparak onları yoldan çıkarmak, kadınlara gazeller düzerek olmadıkları şeylerle övüp onları putlaştırmak, Allaha şirki ve elçilerine küfür ve inkârı aşılayan metinler meydana getirerek evrendeki nizamı ve Allah’ın sünnetini değiştirmeye matuf olunca:

Yüce Mevla’mız tarafından: “Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar.” (Şüara 224) Ayetiyle ikaz edilmişlerdir.

Bu ayette sözü edilen ve kötü örnek olan şairler Osmanlı döneminde son safhada idi. Sapkın gazelcilerin amacı bir sapık okul olan vahdet-i vücudu aşılamaktır

 İslamiyet’in ahiret, cennet ve cehennem anlayışını önce filozoflar baltalamaya çalıştılar sonra da bu tür panteist şairler ve sapkın mutasavvıflar. Bunlara göre her şey tek Allahtan ibarettir ve cennet cehennem fasa fisodur, abdest namaz 72 milletin yaptığı hareketlerden ibarettir. Allah’ın yüzlerce ayetinde anlattığı huriler ve gılmanları ümit etmek gaflettir bunlara göre.

Arapçada “kadınlara kur yapmak” manasında olan “gazel” kelimesi Osmanlı ve İran imparatorluklarında tam olarak bu manada kullanılmış ve araya mey, meyhane ve şarabı da katarak Müslüman mahallesinde yüz yıllarca salyangoz satılmıştır.

Dünyaya hâkim olma aşamasına gelen Osmanlılar zamanında 16. yüz yıldan sonra İslam halifesinin oturduğu mahallede şairler meddahlığı da deruhte ederek idareciler önünde bir makam ve beş kuruş çıkar için yazdıkları gazellerle tarihte İslam’a ve Müslümanlara en büyük hakareti yapmışlardır.

Bu konuda yalnız olmadığımı geçenlerde okuduğum ve Türkçeye çevirdiğim 1935 tarihli Uygurca gazetede geçen bir ibareden anladım. Aşağıda aslı Arapça harflerle yazılan Uygurca “Yengi Hayat” gazetesinin transkripsiyonunu görüyorsunuz.

“Beş altı yıl şu Farisi ve Türki Tolasi mahbublarnıng kaş gözleriyle mey ve şarabnıng medh ve tarifide yazılan gazellerini okutulub balalar şundın hiçbir türlük malumat alalmasıkı malum idi” (Yengi Hayat Kaşgar Sayı 58 Sütun 1 – H 1358 Muharrem / M Mayıs 1935)

Divan Edebiyatında bu tür işret ve oturak âlemi tasvirleri Osmanlının tam da cihan devleti olduğu Yavuz Sultan Selimden sonra başlamıştır ki amaç: İslam’ın sade inanç esaslarını temelden bozarak savaşla sokulamayan Şiilik, karmatilik, batınilik, haşhaşilik gibi sapık yolların bu yolla bulaşıcı hastalık gibi içimize sokulmasıdır.

Gazelcilerin büyük çoğunluğu bir kafiye ve aruz hastalığı uğruna şiir söyleyeceğim ve aferini, makamı, keseleri kapacağım diye İslam’ın en hassas konularını dillerine dolayarak haramları övmüşler, meyhaneleri ve müdavimlerini göklere çıkarmışlar, mescitleri ve ona devam edenleri yerlere sokmuşlardır.

Çağdaşları ve sonra gelen Müslümanlar ise her zamanki gibi “bunların zahiri manasına bakmayın” gibi saçmalıklarını sürdürmüşler bazıları da “bu sanattır” demişlerdir biz de diyoruz ki: dinimle alay eden ve ya onun Zülf-i yârine dokunan sanat yerin dibine batsın.

Kadınlara kur yapmayan ama gazel gibi aruzla yazılmış çok güzel eserler de ortaya konmaktadır, işte onlardan birisi:

Gargari’den Çağdaş Bir Aruz Örneği / Kaza Kader Tebbet

Dostluğu cüzdandan, paradan değil,

İçten gelen muhabbetten anlarsın.

O denizler çok derindir dalma hiç,

Kaza kaderi Tebbet’ten anlarsın.

Yiğitle köpeği kılından değil,

Üstündeki pireden, bitten anlarsın.

İnsanları kıyafetten hiç değil,

Anadan emdiği sütten anlarsın.

Vefayı ve sadakati ne garip,

İyesin dişleyen itten anlarsın.

Kim ne yapmış ne yapacak görmeğe,

Önünde bak, memleketten anlarsın.

Dualar yere mi göğe mi gider?

Ülkedeki bereketten anlarsın.

İmanla küfürde kararsız isen,

Ne Allahtan ne de puttan anlarsın.

İnsan sarrafıyım, deme boşuna,

Ne bakırdan ne yakuttan anlarsın.

Süvarinin kim ve neci olduğun

Altında bindiği attan anlarsın.

Birisi Arapça bilirim derse,

Ağzındaki dat ve sattan anlarsın.

 

Mahi her güleni dostun zannetme!

Sana sunduğu fırsattan anlarsın.

Yazarın Diğer Yazıları