Mükremin Kızılca

Osmanlılarda İki Gargara Köyü

Mükremin Kızılca

Fazlullah oğlu Veysel Efendi hiç yanından ayırmadığı, Beşir Çelebi’nin, istinsah ettiği eseri Mecmuatü’l-fevaid’i meşin kutusundan ağır ağır çıkarırken etrafındakilere:

“O, dilerse rüzgârı durdurur da onlar denizin üstünde durakalırlar. Elbette bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.” (Şura 33)

Ayetini okudu ve muhterem hemşerilerim rüzgârın çoğu da azı da zararlıdır bu yelkenli gemiler için; rüzgâr olmazsa hareket edemeyiz, çok şiddetli eserse de korkulu anlar yaşarız. Bütün bunlar Allah’ın bir sınamasıdır, dua edelim de sağ salim sahil-i selamete erişelim. Dedi.

 Abdülkadir usta sanki kendisinden yardım ister gibi çırpınan gök güdüğe sığınak olmak üzere aklına geleni yaptı. Su içmek için aldıkları kabaklardan birisinin üst kısmına serçenin içeri gireceği kadar bir delik açtı. Kabağın baş kısmını da keserek içindeki tohumları boşalttı. Baş kısmından bağlamak için bir düzenek ayarlayıp direğin en üst kısımlarından bir yere sıkıca bağladı. Çok geçmeden boşlukta kanat çırpan gök güdük eşiyle beraber kabağa girdi.

Gemi uygun bir yere yanaştı. 

Burası Selanik vilayetine yetmiş km mesafede rakımı 150, 200 metre olup tatlı bir eğime sahip, denize 12 km uzaklıkta hoş bir yerleşim alanıdıydı. Burası bu toprakların bağlı olduğu kaza merkezi olan Kesendre’ye de on iki km mesafededir. Kesendre Selanik’in güneydoğusundan Çanakkale tarafına sünen ince bir yarımada üzerindedir.

Gargaralılar gemiden indiler. Vakit ikindi vaktiydi, mevsim yaz sonlarıydı.

Abdülkadir usta bir yükseltiye çıkarak ezan okudu. Fazlullah oğlu Veysel Efendi imam oldu ve ikindi namazını seferi olarak iki rekât kıldıktan sonra Allaha sahil-i selamete sağ salim çıkardığı için şükür secdesine kapandılar.

Abdülkadir usta ve Fazlullah oğlu Veysel Efendi yer seçimi konusunda yetkili olduklarından Osmanlı imparatorluğunun bu yeni fethedilen Avrupa topraklarında kendilerine en uygun yeri köy yapmak için etrafa bakıyorlardı. Buralar henüz gayrimüslimlerce meskun mahal değildi.

Bu arada Abdülkadir usta kabaktaki gök güdüğü serbest bırakınca hemen az ötedeki Kepirli, katman katman kayalık bir yere kondu. Oradan, benim yurdum burası, der gibi nağmeler vermeye başladı. Kayanın yüzeyinde girintili çıkıntılı bir köşe arıyor yuvasını çamurdan imal etmenin hayalini kuruyordu.

Az sonra yanında bir ala serçe / kuyrukkakan belirdi. Bembeyaz tüyleri üzerinde simsiyah sürmesiyle gök güdüğe hoş geldin diyordu. Ala serçe ailesini de Ünzile’nin arkadaşı Nazife getirmişti. Ilkılık yollarında arkadaş edindiği ala serçeye kıyamamış bir testi ayarlayıp içine katıp yanında taşımıştı.

Böylece kuyrukkakan ve sıvacılar da Avrupa topraklarına Anadolu’dan gelen, ilk insana yakın kuşlar oldular. Taş ilinin ve taşlarda yaşayan taş renkli serçeleri Gargaralılarla aynı kaderi paylaşıyorlardı.

Bu iki aile meskenlerini yapmaya Gargaralılardan erken başladırlar.

Kuyrukkakan kayanın sağlam bir deliğine girip girip çıkıyor, korunaklı olup olmadığını kontrol ediyordu. Kendisi beğendikten sonra tüylerini gubardıp dişisinin etrafında dans etmeye başladı, onun da girip bakmasını ister gibiydi. Sonunda ikisi de içeri girdiler ve bu mevsimsiz eşleşmeden sonra sıra dışı olarak bu yıl içinde ikinci defa yumurtlamaya hazır kuş tüyü odalarını hazırlamaya başladılar. Erkeci yuvanın dış kısmına küçük saylardan döşemeye başlamıştı bile, amacı yuvalarını kolayca bulabilmek için mi bu mermercikleri yuvanın ağzına döşer, yoksa ne için döşer bilinmez!

Sıvacı gök güdük ailesi de kayanın yüzeyinde, insan boyunun yetişemeyeceği yükseklikte bir yere testi gibi yuvalarını inşaya başladılar. Erkeç çamur getirir anaç sıvarken anaç içini tefrişini yaparken de erkeç dışarıda melodilerle ona eşlik ediyordu. Bunlar da bu yıl ikinci defa çiftleşerek bu yeni topraklarda nesillerinin devamını tesis etme görevine hazırdılar.  Abdülkadir usta gök güdüğün çamur elde etmesi için abdest sularını bile onlara yakın bir toprağa döker çamur bulmalarına yardım ederdi.

Bu kadim dostlarımız kuşların konduğu alanı da Gargaralılar kendilerine mesken yeri tutmaya karar verdiler. Yerleştikleri bu alana da kurulacak köyün adı olarak ağız birliğiyle Gargara adını vermeye karar verdiler.

Kısa sürede Osmanlı idaresi Gargaralılara istedikleri planda meskenlerini yapmaları için gerekli tahsisatı gönderdi.

Söz verildiği gibi çift kayıtları, öküzleri ve diğer davar türü hayvanları da kendilerine teslim edildi.

Abdülkadir ustaya tam donanımlı bir demirci dükkânı inşa edilip teslim edildi.

Artık Osmanlı topraklarında iki Gargara köyü vardı: Taş ili Gargara ve Selanik Gargara!

Yazarın Diğer Yazıları