Mükremin Kızılca

Ortadoğu'nun Ortaçağı

Mükremin Kızılca

Ortaçağı yaşayan Avrupalılar batıl ve yürürlükten kalkan bir dine mensuptular. Ortadoğu halkları ise şu anda tek hak dinin mensuplarıdır, biz Müslümanların birbirleriyle savaşını anlamak için bin filozof olmak bile yetmez.

Ortaçağda Avrupa Hıristiyanlığında ortaya çıkan reform hareketleri Avrupa'daki siyasi dengeleri bozmuş, Vatikan'ın gücünü zayıflatmıştı. Bunun sonucunda patlak veren Otuz Yıl Savaşları, 1618 ile 1648 yılları arasında yapılan ve Avrupa devletlerinin çoğunun katıldığı savaşlar dizisidir. Temelinde, bir Protestan - Katolik mezhep kavgası olsa da, savaşan devletlerin çoğu dinsel değil siyasî amaçlar için savaşmıştır.

Şimdi Ortadoğu’yu kana bulayanlar her ne kadar dış mihraklardan da bahsedilse de Müslümanlardan başkası değildir. Halen Ortadoğu’da iki türlü savaş sürüyor, bunların ikisi de Müslümanlar arasında cereyan ediyor. Birisi makam ve mansıp uğruna diğeri de “sen mi daha iyi yoksa ben mi daha iyi Müslümanım” noktasındadır.

Makam ve mansıp için savaşanlar diğer sebep için savaşanları açık ve net olarak kullanmaktadırlar. İran’ın Hizbullah’ı, Suudi Arabistan’ın el-Kaideyi kullanması gibi.

Bu arada ortada henüz bir Şii - Sünni çatışması da yok, çatışmalar sadece Sünniler arasında. Mısırda darbeyle indirilen Mursi yönetimi de Sünni’dir, Türkiye’de darbeye teşebbüs eden Fetö de Sünni’dir. Boko-Haram da, el-Kaide de, Daiş de, en-Nusra da yüzde yüz Sünniler arasından çıkmadır. Bu çıkışların sebebi de tekrar ediyorum: “ben senden daha iyi Müslümanım, hatta sen Müslüman bile değilsin, ölümü hak ediyorsun” gibi bir batıl davadır.

Bu bir gerçek olduğuna göre ne yapabiliriz.

Osmanlılar zamanında devlet leşker-i gaza olan ordusuyla ila-i kelimetullah için Frenklerle savaşırken tarikatlar da biz de leşker-i duayız diyerek orduya dua ederlerdi.

Mustafa Kemal Atatürk Hilafeti ilga ederek TBMM’nin indimacına devredince iş değişti. “Hilafet, hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiçtir” (3 Mart 1924 tarihli 431 No’lu Kanun’un 1. Maddesinden)  

O halde şimdi TBMM bu indimacın ya gereğini yerine getirecek ya da İ.İ.T. (İslam İşbirliği Teşkilatı) na devredecektir. Birinci şıkkı yapma imkânı yasal olarak da realite olarak da mümkün değildir. Çünkü hilafet bir ulus mülkiyetinde değildir. O halde geriye sadece İslam İşbirliği Teşkilatı’nın yapacağı seçim kalmaktadır.

Aslında başı seçecek olanlar onlar değil, 57 İslam ülkesinin diyanet işleri başkanlarıdır.

Amaç resmi devlet ve otorite dışında kafasına göre dini fikir üreterek teröre bulaşanları alt etmektir. Bunun çaresi de bütün dünyadaki Müslüman din temsilcilerinin bir masada oturarak aralarından birisini belli bir süre için dünya çapında sözcü seçmeleridir.

Bu seçim yönetici seçimi değil İslam dünyasında, herkesin kafasından uydurduğu fetvalarla birbirini doğramasını önlemek için bir dini lider seçimidir. Her ülke siyasi rejimini zaten kurmuştur ancak halkı yönlendiren örgütlerin, sapkın akımlara dönüşerek ne felaketlere imza atabildiklerini gördük.

Biz, İslam’ın tek ağızdan Kur’an’a ve sünnete uygun olarak gereken fetvasını vererek terör ve anarşiye yatkın kişileri ve yorumları frenleyecek evrensel bir üst kurumdan bahsediyoruz.

Şimdi benim demek istediğimi anlamaya çalışalım: Ortadoğu ortaçağı yaşamaya başladı, mezhep savaşları kapıda ve biz ABD ve AB den yardım isteyerek gelin bizi aralayıverin diyoruz. Oysa bizim medeniyetimizde kendi tartışma ve nizalarımızı kendi aramızda halletme yöntemi olan şura ve meşveret vardır.

Dediğim üst fetva makamı tüm dünya Müslümanlarınca seçilirse ve İİT de bir ortak ordu kurarsa böyle kendi başına ve İslam adına hareket ederiz, deyip terör ve kargaşa estirenlere karşı dış güçleri çağırmaya gerek kalmadan müdahale edecek ve kendi aralarında mesele halledilecektir.

Bütün bunlar cehaletin eseri, diyerek işi geçiştiremeyiz. Terör örgütlerini oluşturan elemanların tamamı okuma yazma biliyor, büyük bölümü yüksekokul mezunu, teknoloji avuçlarının içinde ve yönetim kadroları ise tamamen üniversite mezunudur.

Yazarın Diğer Yazıları