Mükremin Kızılca

Nafile İbadetlerde Gizlilik!

Mükremin Kızılca

Alemlerin rehberi Hz Muhammed Mustafa’ya (sav) teheccüt namazı farzdı, ümmetine ise çok tavsiye edilen bir nafiledir. Teheccüt vakti nafilelerde gizlilik esasının bir delilidir.

Çoğunun yapmadığı ve bütün insanların uyuduğu sırada eda edilen, hadis-i kutside “Kullarım bana nafilelerle yaklaşır” şeklinde taltif buyrulan nafileler, gösterişten uzak ve Allah’la kul arasında kalırsa değer kazanır.

Yüce peygamberimizin (sav) camide Tahıyyetü’l-mescid / mescidi selamlama adlı iki rekât namaz kıldığı malumdur.

O, âlemlerin efendisi diğer bütün nafileleri evinde kılar sonra mescide çıkardı. Ashabı da aynı yolu takip ettiler. Şimdi hicaz halkını hac ve umre zamanı görüp: Araplar sünnet kılmıyor, lafına bir de bu gözle bakmalıdır.

Peygamber efendimizin (sav) bulunduğu bir meclise bir bedevi geliyor, bana İslam’ı öğret! ya rasülallah diyor, efendimiz de bir bir İslam’ın şartlarını anlatıyor sonra da mükâfatından cennetten, hurilerden bahsediyor ya.

Adam dinledikten sonra ben İslam’ın bu beş şartını eda edersem başka bir şey istenmeyecek değil mi? ben cennete gideceğim değil mi? diye hararetle soruyor, efendimiz de evet diyor İslam’ın şartlarını ifa edersen cennetliksin.

Adam koşa koşa dışarı çıkıp uzaklaşıyor. Ardından peygamberimiz de: sözünde durursa cennetliktir, diye tekrarlıyor.

İşte bu şeriattır. Ancak ne yazıktır ki yüz yıllar sonra çıkan bazı meczuplar bu saf İslam için “vay zavallı vay, sen hala Cennet, huri, Gilman peşinde misin” diye söyleniyor.

Şeriat: Allah’ın ve peygamberlerinin tebligatına göre ve teşri kıldıkları çerçevede yapılan mevzuata uygun amel ve hayat tarzıdır.

Tarikatlar İslam nasları hükümleriyle tedvin edildikten sonra yani yaklaşık iki yüz yıl sonra kelam ekolünün yanlışlarını tashih amacıyla çıkmaya başladı.

Tarikatların çıkma nedenlerinden biri de erken dönemde İslami iç savaşların başlamasıyla tabiinin ve tebe-i tabiinin idarecilerden kaçarak tenhalarda inzivaya çekilmeleri oldu.

Her halükarda peygamberimizin vefatının üzerinden iki yüz yıl geçtikten sonra mezhepler ve tarikatlar ortaya çıkmaya başladı.

Mezhepleri Araplardan başka çeşitli etnik gurupların da İslam’a girmesi, iklim ve memleket değişiklikleri ve Kur’an ve hadisleri farklı anlayış biçimlerinin sebebiyet verdiği kaçınılmaz masum ayrılıklar olarak görebiliriz.

İslam’ın icma kuvveti dört hak mezhebi normal karşılamış ve Allah’ın ve peygamberinin arzularına, ayet ve hadislere aykırı düşmemek şartıyla yaşanmasına fetva verilmiştir. Zamanımızda bütün dünyada normal olarak halk tarafından dört hak mezhep çok az farklarla uygulanmaya devam etmektedir.

Tarikatlar, şeriat çerçevesinde, Allah ve resulünce mecbur tutulmamasına rağmen daha fazla takva ve ibadete dayalı bir öğretiler zinciridir.

Tarikatlar, müstehap ve mendupların da yapılmağa çalışıldığı, Allaha yaklaşmaya vesile olan nafilelere ağırlık veren bir amel ortamıdır.

Tarikatlar ehl-i sünnet çizgisinde kalmak şartıyla, batıni, vahdet-i vücut, Hurufi ve remilcilik gibi sapkın akımlara yönelinmediği takdirde kişiyi olgunlaştıran ve manevi hazlara ulaştıran mekteplerdir.

Tasavvufun okulları ve tecessüm ettikleri alanlar olan tarikatların başına çullanan en büyük bela vahdet-i vücut felsefesidir. Bu felsefeyi azar azar tarikatlara sokmaya ve İslam şeriatını yıkmaya çalışan akımlar tasavvuf tarihi boyunca hiç eksik olmamıştır.

Tarikatlar, peygamber efendimizden sonra gerçek ve ehliyet sahibi liyakatli ellerde hilafet müessesesinin devam ettiği kurumlardır. Şeriatın çerçevesinde, asr-ı saadet hayatı dairesinde kalmayı başaran tarikatlar, silsile olarak da mutlaka dört Raşit halifeden birisine zincirle bağlanmaktadır.

Tarikatlar tamamıyla nafileleri artırarak Allaha yaklaşmayı amaçlayan kurumlardır. Bu bakımdan tarikata ait merasimlerin aleni yapılması öteden beri hoş karşılanmaz, tekkeleri ve dergâhları yol boylarına yaparak öne çıkmaya çabalamak tarikatların ruhuna terstir.

Tarikatların sistemleştirdiği yüzde yüz İslam’a uygun ibadet ve ayinleri, tarikata girmemişler için “olmazsa olmaz” kabul etmek ve yapmayanları kınamak ve yapanları üstün görmek çağımızın en müzmin bir tarikat hastalığıdır.

Tarikat, tevazu ve ihlasla boyun büküp Allaha yakaranların ocağıdır.

Yazarın Diğer Yazıları