Konya'da Bir Ova Köyü
Mükremin Kızılca
Konya – Aksaray otoyoluna beş dakika mesafede, dünyada içinde yaban koyunlarının sürü sürü dolaştığı tek yer olan Bozdağ’ın eteklerinde kurulu şirin bir köy.
Bahar günleri ekin tarlalarının içi her çeşit kuş ötüşleriyle şenlenen, lale sümbül çiğdem kokusuyla nemlenen enfes bir belde.
Her evi en az üç beş dönüm araziye oturmuş, herkesin saray gibi müştemilata sahip, etrafı içerisi görünmeyecek ve mahremiyeti koruyacak kadar yüksek duvarlarla çevrili havlularda oturduğu, havası suyu temiz, egzoz kokusundan, asık suratlı komşulardan, gürültü ve patırtıdan uzak nadide bir yurt köşesi.
Çelenlerinde her türlü kuş sesini taklit eden ve yaz kış senfonik melodilerle eve girip çıkana konser veren sığırcıklar. Baharın gelmesiyle birbirine kur yapan serçelerin nazlı ötüşleri. Sabahın erken saatlerinde ruhani bir hava veren güvercinlerin huları. Sahiplerine makine ve ilaç değmeden gıda değeri had safhada ürünler veren ve çayırlarında yayılan kaz, hindi ve tavuk sürüleriyle bezeli bir banliyö.
Sabahları yüzlerce sığırın bir çoban önünde toplandığı akşama kadar bol ot çeşidiyle ünlü Bozdağ yamaçlarında otlanıp akşam hep beraber köye girişlerindeki ihtişam, buzağılarıyla kucaklaşmalarındaki duygu seli.
Hemen hemen her havluda bulunan ve yüzlerce koyundan oluşan sürülerin erken saatlerde meraya çıkarılıp öğlen vakti köye dönerek kuzularıyla mahşeri kıyamı andıran buluşma sahnesi.
Sabah ezanıyla ayağa kalkan köpeklerin tevhide eşlik eden uzun ulumaları, sabah namazı çıkışında tek tek birbiriyle salavat eşliğinde tokalaşan cemaat, kahvehane yerine gençlerin ayrı yaşlıların ayrı toplanabildiği ve her halükarda yabancı misafirlerin ağırlandığı hariciye odaları.
Akşam eve dönen sanayi işçilerini ve tarladan dönen evin erkeklerini ilk önce karşılayan ve havlunun dışına taşan tandır ekmeği ve böreğinin sıcak kokusu eşliğinde üstleri sıkma bluz altları şalvarlı güler yüzlü şen hanımlar.
Metropole sadece yarım saat uzaklıkta sakin, tenha, iyi insan ocağı, her evin adeta bir üretim üssü olduğu Divanlar Mahallesi / köyü.
Yıllarca aynı merdiveni kullandığımız halde tanışmadığımız, tanıştıklarımızla da uyuşmadığımız ama aynı alanı paylaşmak zorunda kaldığımız site hayatıyla hiç aynı olabilir mi?
Kayıp yıllarım olarak nitelediğim 1985 ila 2010 arasındaki 25 sene içinde çok güzel kazanımlarım da oldu.
Bu çeyrek asırlık zaman diliminde bencileyin tam bir insan sarrafı oldum diyebilirim.
Zira bu zaman zarfında halkla ilişkiler bakımından tam manasıyla dolu dolu on bin gün geçirdim. Esnafı, halkı, yöneticileri, amirleri, memurları, müşterileri, bayileri, perakendecileri, toptancıları, pazarcıları, pazarlamacıları, kadınları, erkekleri ve tüm insan guruplarını analiz edip teşhise çalıştım.
Tekstil sektörünün lokomotiflerini ve vagonlarını, vagonlarda yer alan sınıfları ince ince zihnime işledim.
İlk defa 2000 yılında Konya’daki bazı Divanlarlı müşterilerim beni köye gelmem konusunda teşvik etmişlerdi.
Divanlar beni, ben de Divanları çok seviyordum. Aksaray yolunda uğradığım köyleri bitirince gün kaşları aşmak üzere olurdu. Ama Divanlar kalırdı, burada birkaç öbek müşteri vardı, akşamdan önce bitirmek imkânsızdı. Ama Konya’ya dönmem ve yarına bu hatta iş bırakmamam gerekirdi.
Hava iyice kararınca son müşteri durağını da yarına bırakmamak için vardığımda mahallenin erkekleri akşam namazından çıkıp geliyor olurlardı.
Ama bu duraktaki müşteriler gözümde çok farklı hanım efendilerdi. Bana “hafız nerede kaldın gene?” diye takılırlar, “karanlıkta nasıl beğeneceğiz” diye sitem ederlerdi. Buna rağmen hepsi gelir, gelmeyenlere haber uçururlar ve alışverişlerini yaparlardı.
Divanlarlı müşteriler bana” hafız” derlerdi. Onlarla ilk tanışırken kendimden bahsetmiştim, hocalarımdan Ahmet Aygın hoca efendi merhumun eşinin, Divanlarlı Sabri Yeşil amcanın kızı olduğunu anlattığımdan dolayı bana hafız derlerdi.
Arabayı daima evlere biraz mesafeli koymaya dikkat ederdim, böylece hane reisinin muhtemel tepkisine muhatap olmaz, çevredeki diğer komşuların da arabanın başına gelmelerini sağlardım.
Bizim dairede güneş aradığımız değil, güneşin her köşesinde bizi bulup ısıttığı ve iliklerimize kadar işlediği bir külliye idi bu havlular. Şehirlilerin nefes almak için kaçtığı yazlıkların en muhteşemi, trafikten kurtulup huzurlu günler yaşamak için aradığı mekânların en mükemmeliydi.
Bir havluya dışarıdan girdiğinizde misafirlerin de ağırlandığı hariciye bir oda, arada eve giriş yolu, sağda aşhane, aşhaneye girmeden günlük sıcak ekmek ve börek imal edilen tandır yer alıyordu. Evin kışlık yiyeceklerinin yer aldığı kiler aşhanenin bitişiğindeydi. Kışlık yakıt olarak yazdan hazırlanan tezek, kerme, odun ve kömürün yer aldığı örtme ise en gerideydi. Kümesler ve bahçe kısmı bu yapıların arkasındaydı.
Burası benim gözümde kentlerde yaşayanların senede on gün geçirebilmek için 355 gün hazırlık yaptıkları bir tatil köyüydü.