Kâzımkarabekir Ulucami
Mükremin Kızılca
Kitabeleri, mimarisi ve ihtişamı
Karaman’da muhteşem bir Karamanoğulları eseri.
25 Ekim 2024 günü Karamanoğulları Devleti adlı kitap çalışmam için yollardaydık.
Kitapta yer alacak “Karamanoğulları Ulucamileri” bölümü için Karaman’a bağlı Kâzımkarabekir ilçesine geldik.
Buraya daha önce de birkaç kere ticari hayatımda uğramıştım.
Ancak 0 zaman, Karamanoğulları camileri diye bir konum olmadığı için bu muhteşem eseri ziyaret etme imkânı bulamamıştım.
Kâzımkarabekir’in Ulucami olan ve Karamanoğulları devrinde yapılan camiye tam da cuma günü denk geldik.
Dışarıda harıl harıl tulumba tatlısı paketleri hazırlanıyor, yüzlerce hazır kaba konarak gelenlere ikram edilmek için çalışılıyordu.
Camiye girmeden önce dışarıları bir inceledim.
Caminin hemen doğusunda, 40 metre mesafede bir hamam yer alıyordu.
Bu hamam 1970'lere kadar bir gün kadınlara, bir gün erkeklere olmak üzere hizmet verdiğini söylediler. Bu tarihten sonra her eve su alındığından artık dışarıda hamama gitme geleneğinin bitmesiyle işlevini kaybettiğini eklediler.
Hatta bu hamamın sıcak suyunun, kışın caminin ısıtılmasında kullanıldığını söyledi İmam Efendi.
Bunun “nasıl olabileceğini” söylediğimde, “altından şimdiki taban ısıtma gibi bir sistemle sıcak suyun geçirildiğini” söylediklerini duyduğunu, ilave etti, görevli arkadaş.
Caminin kuzey kısmında ve tek giriş yerinde, aynen içinde olduğu gibi 4 tane dikme üzerinde duran bir son cemaat yeri var. Burada dikmeler arasında anlatmaya kelimelerin yetmeyeceği güzellikte birer hilal yerleştirilmiş durumdadır.
Buradaki ana giriş kapısının tadilatlar sırasında Konya müzesine götürüldüğünü söylüyorlar.
Caminin batı tarafında duvara payanda olan ve duvarın yarısına kadar uzanan taş ek duvarlar var. Bunlara halk “Eli belinde” diyor.
Payandaların dibinde birer de lahit şeklinde mezar yer alıyor.
Aynı durum caminin doğu tarafında da söz konusu, ancak buradaki payandaların dibinde mezar yok.
Mezarların kime ait olduğunu sorduğum cemaatten bir kişi: bilinmediğini, tahminen mimarlara ait olabileceğini, söyledi. Aynı kişiye “minare sonradan mı?” dediğimde “hayır, camiyle beraber yapılan orijinal minare” dedi.
Caminin kıble tarafı ise ek bir yapı olmaksızın dümdüz taş duvardır.
Caminin ana giriş kapısında bir buçuk metre ve yarım metre eninde üç bölümden oluşan bir taş kitabe yer alıyor.
Caminin içine girdiğimde, şahsen, yarım saat, etrafı incelemekten gözümü alamadım.
Minberi, kürsüyü ve ser mahfili nakşeden ahşap kısımlar gerçekten göz kamaştırıyordu.
Hele hele minberin mihrap tarafındaki ahşap kısmında ve ön kısmındaki ahşap kısmında yer alan kitabeler, aslından hiçbir şey kaybetmemiş olarak okunabiliyordu.
Camide dörderli iki dikme sırası yer alıyor.
Bu dikmelerin ikisi caminin iç duvarına hem destek mahiyetinde hem de tavanına kadar varır haldedir.
Bu dörderli dikmelerin üzerleri ise ikişerden 4 tane estetik ve görmeye değer kemer hilalli andıran birer şekil oluşturmuş haldedir.
Halk arasında “Büyük Cami “ denen eserin içinde altı batıda, altı doğuda, iki de kuzeyde olmak üzere 14 pencere yer almaktadır. Doğudaki pencereler zemine seksen santim yüksekteyken batıdakiler bir buçuk metre yüksekte yer alıyor. Bunun, güneş ışığından yararlanmakla alakalı olabileceği tahmin ediliyor.
Cami son derece sade, ruhani ve mistik bir havaya sahiptir. Namaz kılanları, Allahtan alı koyacak ve gözünü manevi huzurdan ayıracak hiçbir abartılı nakış, süsleme ve şekil yer almamaktadır. Nereye bakarsanız doğallıktan başka bir şey göremezsiniz.
Burada kürsü ile mihrap arasında büyük bir Vav harfinin çizildiğini gördüm.
Bir de Vav harfinden sonra son derece güzel Talik hattıyla bir Farsça metin yer alıyor.
Dışarıdaki ve içerideki dikmelerin arası üstten hilal şeklinde kemerlerle bezenmiştir.
Mesela dışarıda arada dört, duvarlara yaslı olarak da iki olmak üzere altı taşıyıcı dikme sütun arasında beş tane Hilal şekli kemer oluşmuş haldedir.
Prof. Dr. Haşim Karpuz’un “Türk Kültür Varlıkları Envanteri 70” adlı çalışmasında, 14. Yüz yıl Karamanoğulları eseri dediği Büyük Cami için Evliya Çelebi merhum şöyle diyor:
“(Burada asıl metinde boşluk var sanki “Ulucami’nin yanında” der gibi) Sekiz mescidi vardır, altı sütun dokuz kemerli camiin üzeri kireç damla kaplıdır. Burada Kûfi hatlı iki kitabede kelime-i tevhit göze çarpar, ancak çok yüksek oluşundan dolayı okunamamıştır. Yeni caminin iki yanında bulunan mahfiller ve kıble kapısı üzerindeki mahfili gayet şirin görünen bir işçilikli mahfildir. Bu hayratın sahibi Mustafa Zade hayratıdır.” (Çeviri Mükremin Kızılca: Evliya Çelebi Konya Karaman Mersin Günleri)
Cuma namazından sonra imam efendi ile uzun uzun bu eseri konuştuk. Camide yer alan çerçeveli bir yazı getirdi. Burada caminin kitabe ve levhaları ile genel bilgiler yer alıyordu. O çerçeveli yazıyı Google Keep aracılığıyla metne çevirip aynen veriyorum:
“Büyük Cami (Ulucami)
Selçuklu devri eseri olduğu söylenir. Camiye giriş kapısı kemeri üzerindeki taşta üç kitabe vardır.
En sağdakinde Kûfi yazı ile dört defa Muhammed (sav), ortada "Vakit geçmeden namaz kılmada ve ölüm gelmeden tevbe etmede acele ediniz" hadis-i şerifi, sondakinde ise sırası ile: "Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali yazılıdır.
Mihrabı mavi çinilerle süslenmiştir. Sol tarafındaki taşa nefis bir
Talik yazı ve kalemle Farsça "Şodan cân-ı cihân dâmen keşân çün ez çemen birûn" sözü yazılıdır.
Türkçesi: "O cihan canı eteğini çekerek çıktı çimenlikten"
Minberin kapısı ahşap işçiliğinin çok kıymetli eserlerindendir. Sol tarafından
"Mescitte mümin suda balık gibidir, mescitte münafık kafeste kuş gibidir" anlamında kabartma yazı bulunmaktadır.
Sağına hendesenin "Cometri" en zor şekilleri ile şebekeler oyulmuştur.
Minberin Kapısının üzerinde "Mescitler Allah’a aittir orada Allahtan başka hiç bir kimseye, varlığa ibadet etmeyiniz" mealindeki Cin suresi 18. ayeti yazılıdır.
Sülün endamlı minaresinin şerefe altı İstalaktitli ve korkulukları taş şebekelidir. Caminin sağ tarafından duvarın dibinde iki mezar vardır. Kırılan kitabeli taşlarını parçaları yok olmuştur. Yalnız birinin Şeyh Ömer’e ait olduğu kitabe parçasından anlaşılmaktadır.
Caminin yapılış tarihi bilinmemektedir. Evliya Çelebi 1649 yılında bu camiyi görmüştür. İçindeki yazılan hattat Nevruz oğlu ve gayrsisine ait olduğunu söyler. Karabaş Efendinin Türbesi bu caminin içindedir.
Kaynak: Kâzımkarabekir Yıllığı 1992”