Mükremin Kızılca

Kayaya Çarpılan Gemi!

Mükremin Kızılca

Artık Müslümanlar tüm dünyada başıboş dolaşıyorlardı.

Onları kapan kapanaydı. Bu kapanlar ve tuzaklar arasında her türlü din misyoneri olduğu gibi bir de ateizm ve Marksizm dinsizlik belası gençlere musallat olmuş, yollarını kesen kutta-i tarik gibi imanlarını yağmalamaya başlamışlardı.

Dünya kapitalizm ve komünizm gibi iki kutba bölünmüş sayıları atmışı bulan Müslüman devletçikler bu ikisinden birisini tercihe zorlanıyordu. Ne yapsalardı ne etselerdi de bir çıkış yolu bulsalardı.

Fetret dönemi uzadıkça uzuyordu. Bu fetret dönemi 1402 Anakara Savaşından sonraki fetretten ve Hulefa-i Râşidinden sonraki fetretten de daha uzun geçiyordu.

Müslümanların başındaki idareciler de içlerinde bulundukları zayıf durumdan dolayı iki kutuptan birisine yaslanmak zorunda olduklarını düşünerek bir tercih yapıyorlardı.

İş, ferdi olarak Müslümanlara düşmüştü. Herkes başının çaresine bakıyordu. Kimisi işi oluruna bırakmış, kimisi sırtını bir devlete yaslamış, kimisi bir köşede inzivaya çekilmiş, kimisi de selin önünden kütük kapar gibi Müslüman gençleri bu iki büyük akımın önünden alarak sahil-i selamete çıkarmak istiyordu.

Müslüman gençliği bu akıntılardan korumak isteyenlerin ağzından: Allahümme yâ câmiannas! Allahüme'cma’evlâde ümmet-i Muhammedin alâ dinike’l-islam! Cümlesi hiç düşmüyordu.

Onlar çardaklarda, arabalarda, vapurlarda, dağ başlarında, derme çatma barakalarda, üç beş kişilik evlerde Müslümanların genç evlatlarını hak yolda sabit tutmak için gözyaşlarıyla mücadele ettiler. Bazen aç kaldılar, bazen yamalı elbise giydiler ve bazen hakaretlere maruz kaldılar. Hatta bulundukları ülkelerde mahkemelerde mahbeslerde süründüler.

Üç Müslümanın bir araya gelmesinin zor olduğu günlerde, koca imparatorluğu yıkan sebebin Müslümanlık olduğu saikıyla tüm Müslümanlara gerici yobaz damgasının vurulduğu bir atmosferdi. Din derslerinin olmadığı, en basit din kültürünün gizli gizli alınabildiği bir ortamda, camilere gidenlerin parmakla sayılabildiği bir zeminde kaybedecek hiçbir şeyleri olmayan bu kahraman din adamları Allah dostları devasa cemaat ve toplulukların temellerini attılar.

Türkiye’de, Mısırda, Cezayir’de Pakistan’da, Hindistan’da ve daha nice İslam beldelerinde İslami bir uyanış, ayağa kalkış filizlenmeye başladı. Çağa uygun metotlarla, çağdaş kelimesini kendilerine ait zannedenlerin kıskanacakları bir tarzda modern giyim kuşam ve eğitim yöntemleriyle Müslümanlar gerçekten ayağa kalkmışlardı.

O kadar büyüdüler ki dev holdingle, dev market zincirleri, dev okullar yurtlar eğitim kurumları inşa etmişlerdi. Müslümanlar en iyisine layıktı ne de olsa, bu bakımdan en lüks daireler, otomobiller, yatlar, katlar onların olmalıydı. Artık Müslüman cemaat ve tarikatların kaybedecek çok şeyleri vardı: holdingler, binlerce işçi çalıştıran fabrikalar, on binlerce öğrenciye hitap eden dershaneler okullar!

Müslümanlar da ferdi olarak büyük servetler elde etmişlerdi. Her yıl araba değiştirmeler, her teknolojinin en son modelini almalar, mobilyaların, mefruşatların en şatafatlısını, evlerin en ihtişamlısını arzu etmeler ve sonuna kadar dünyevileşmeler.

Oysa daha fetret dönemi bile bitmemişti, hal buysa daha başımız halen boştu.

Müslümanlar bütün ihtişamların, israf medeniyetlerinin sonunun felaket ve izmihlal olduğunu acaba kavrayamamışlar mıydı?

Bu son hak dinin ilk tebliğcileri bir parça et bulduklarında dört taraflarından komşu ve aç ararlarmış, ömürlerinin çok az kısmını evlerinde sıcak yuvalarında geçirirlermiş, bu ümmetin ilk dört seçilmiş halifesinin bir resmi daireleri bile yokmuş, olsun o zaman başka, şimdiki zaman başkaydı.

Fetret devrinin sonuna geldik derken yeni ve daha acımasız bir dönem mi başlayacaktı. Eğer Müslümanlar akıllı hareket etmezlerse başlayacağı kesindi.

Nitekim öyle oldu dünyanın her tarafında güçlü olduklarını sanan Müslüman topluluklar dev entegrasyon ve hiyerarşiye sahip yerel ve evrensel örgütleriyle bulundukları hükümetlere karşı isyan bayrağını çekmişlerdi. Hatta biraz daha ileri giderek isteklerine boyun eğmeyen hükümetlerine karşı gizli işler çevirenler bile olmuştu. Yani resmen Allah’ın ve resulünün emirlerini takiben itaat edilmesi gereken üçüncü emire isyan etmeye başlamışlardı.

En uzun fetret dönemi 100 yıla yaklaşmıştı. 92 yıldır çekilen emekler birkaç yanlış adım nedeniyle ve kaybedilmesi muhtemel dünyalıkları kurtarma hesaplarıyla alt üst oldu.

Ah şu dünyalıklar!

Hazreti peygambere bile: “adaletli ol” dedirten dünyalıklar!

Zayıf olunca: zalim idarecilere bile “alın hepsi sizin olsun siz işletin” dendiği halde güçlü hissedildiği an: Müslüman idarecilere karşı: Firavun, Ebucehil, zalim ve Nemrut deme cüretine sahip yapan dünyalıklar!

Hizmeti, himmeti, vazifeyi, tebliği, Kur’an’ı, sünneti, farzı, haramı ve helali bıraktırarak dev kalabalıkları peşinden sürükleyen ve davayı kayalara çarptıran dünyalıklar!

Yazarın Diğer Yazıları