
Güvercinlerin Hû'ları Artınca
Mükremin Kızılca
1983 tarihinde bir sabah namazı imam - hatibi olduğum Kırkkuyu camiine doğru gidiyordum.
Evimiz caminin hemen güney sınırında Ömer Kolatan abinin eviydi, burada kiracı olsak da kira almıyorlardı.
Ev ile cami arasında başka bir yapı yoktu. Evin havluya dışarıdan açılan tek kanatlı kapısını açtın mı yirmi adım sonra cami avlusuna girerdiniz.
Ömer amca kendisi ailecek Avrupa’da bulunuyordu. Havlu bir konak tarzında ev, aşhane, ayetüv dedikleri harici bir ayrı oturma yeri, ahır, samanlık ve kümes gibi her şeyi barındırıyordu. Ayrıca motor ve çift kayıtlarının bulunduğu geniş bir de kademesi vardı.
Hemen dibimizde de Abbas Karayel merhumun evi vardı. Havlularımızdan birbirimize ses verirdik. Abbas amca sabah namazlarına çıkarken bana da zaman zaman uyandırmak için ses verirdi.
Havludaki bu genişlikten yararlanmak için bir çift Ermenek kınalı kekliği ve birkaç tavşan edinmiş sıkıldığımızda bunlarla eğleniyorduk. Keklikler için büyük bir kafesi Asker ustaya yaptırmıştım.
O gün ikindin tavşanların en büyüğünü tutmaya çalıştım ama bir türlü tutamamıştım, sonunda ahırın bir köşesinde sıkıştırdım bu defa o hamle yaparak elimi cırmalamıştı.
O gece elimin acısından ziyade kuduz muduz olur mu? Endişesinden uyku tutmamıştı. Sabah namazı beşte oluyordu saat ise üçtü ve ben ayaktaydım. Abdestimi aldım ve biraz Kur’an ve Hadis okuyarak yaklaşan cuma vaazı ve hutbesi için hazırlanmıştım.
Saat dörde gelmeden de camiye çıktım. Minarenin ve içerinin lambalarını yaktım.
Ezanı okumadan içeriye girdim. Sarığımı ve cübbemi giyerek mihraba oturup rahledeki Kur’an-ı kerimi açtım ve sessiz olarak okumaya başladım. Sesli okumaya başlamak için cemaatin çoğunluğunun gelmesini ve ezanı okumalarını bekliyordum.
Bu arada tavan arasındaki güvercinler Hû’larını artırmışlar sabah namazının yaklaştığını haber veriyorlardı. Bu sırada cami zemini ile güvercinlerin yuva kurup yaşadığı alan arasında aşasıya zaman zaman ters düşebilecek bir döşeme vardı. Zaman zaman halıların üzerindeki döküntüler görürdüm. Daha sonra Güvercinlerin giriş yerlerini kapatmıştık.
Caminin dış kapısı açıldı ve içeriye bile bakmadan cemaatten birisi minarenin kapısını açtı ve ezan okumaya başladı.
Bu ezan okuyan İbrahim amcadan başkası değildi.
Ardından La ilahe İllallah diye tehlil çekerek Battal Akyel amcanın nefesi duyuldu.
Tek tek girişler Demir Bek Atıcı, Zıya Özdere, Hacı Kartov ata, eski imam - hatibimiz Bekir Çağlayan hoca efendi ve Hayreddin Demirbaş abimizle bitiyor üçerli beşerli girişler başlıyordu.
Sabah namazından önceki Kur’an’ı hatim şeklinde okuduğum için devamlı takip eden cemaatimiz gelinceye kadar sesli okuyuşa geçmezdim.
Camiye sabah namazı için genelde öğle namazına gelen herkes gelirdi. Sabah ve yatsı namazlarının cemaatle kılınmasının çalışma saati de olmadıklarından herkesin iştirak etmesi gerektiğini sürekli ayet ve hadisler desteğiyle beyan ederdim.
Son olarak Valid amca, Abdülgani atam, Celal Görgen, Aziz Taşyaran, Yakup Özbek, Hacı Arif amca, Tahir Kaya, İsmet Durukan, Hüseyin Demircan, Tahir Soycan, Lütfi Soycan, Ziya Dağyıkar, Abdullah Erat, Abbas Karayel, Ramazan Şencan, Hasan Göçmenoğlui Bekir Göçmenoğlu, Abbas Demirci, İbrahim Kazan ve daha birçok kişi girince sesli okumaya geçtim.
Yirmi dakika da sesli tilavetten sonra İsmet Durukan kamet getirdi ve cemaatle namazımızı eda ettik.
Namazdan sonra herkes ağır ağır çıkarken birbirleriyle müsafaha ederek iyi dileklerde bulunuyorlardı.
Herkes havluya çıktıktan sonra ise gün içinde yapacakları hususunda kısa, ayaküstü sohbetler de yapılırdı.
Üzerinden tam kırk yıl geçti. Bu güzel insanların çoğu aramızdan göçtü gitti.
Allah sevenleriyle cennetinde beraber eylesin.