Mükremin Kızılca

Gök Güdük ve Kuyrukkakanın Torunları

Mükremin Kızılca

Tolbunardan Yarıkbunara kadar adeta taş üstünde yürüyorlardı, Altlarındaki atların nalları her bastıklarında biraz daha yıpranıyor ve metalik bir ses çıkarıyordu. 
Emin, Akçalı Taşa gelince inip baktı, taşlar aynen duruyordu. Elleriyle onları okşadı, sevdi. Akçalı Taş aslında parayla alakası olmayan, sadece fosil taşlardan oluşan bir yerdi. 
Yol boylarında, çekmelerin diplerindeki yuvalarından havalanan torgaylar ve kır serçeleri onlara, hoş geldiniz ana yurdunuza, der gibiydi. 
Topraklı yollarda yayla göçünün yeni yapıldığının izleri vardı. Bu izler inek, eşek, katır, keçi ve develerin ayaklarının ölçüsüydü Sanki. 
Ayıbeleni yol ayrımına kadar yaylaların en güzel otları, endemikleri boy gösteriyordu. Şaplalar tozlu çiçeklerini çoktan kurutmuşlardı. Kekikler türül türül kokmaya devam ediyordu. Emin, Beşir’e sakız çıkardıkları götlevizleri gösterdi. Çekmeler, güvey otları yol boyunca halı gibi taşsız araziyi kaplıyordu. 
Kepirlerin, sayların ve bodur kayaların iki sürmeli kraliçesi Kuyrukkakan ve Çamurcu gök güdükler bulundukları yerden havalanıp ses veriyorlardı. Bu iki sevimli serçe bu dağları hiç terk etmeyen iki vatanseverdi onun gözünde. Emin çok sevdiği bu iki serçeden birer aileyi Selanik’e kadar götürmeyi başarmış soylarının orada da yayılmasına önayak olmuştu. 
Yarıkbunara geldiklerinde atlarını söğütlere bağlayıp torbalarını ağızlarına vererek biraz dinlenmeye karar verip çayıra uzandılar. 
Oldukları yerden, yarılmış taşların arasından çağlayan minik şelaleyi seyre daldılar, kuşların birisi iniyor birisi kalkıyordu, bütün kuşlar gibi böcü börtünün de buradaki tek su kaynakları yarıkbunardı. 
Söğütler aynen koyup gittiği söğütlerdi. Yaşları kalınlıklarından ve alınlarındaki çizgilerden anlaşılıyordu. Tepelerinde gene vıdı vıdı dedikleri kanarya ailesinden bülbüller ötmeye devam ediyordu. Ama bu sefer sesler daha yakınlarına kadar geliyor sanki bize bakın, der gibi coşuyorlardı. 
Emin usta yerinden doğrulup söğüdün dibine doğru vardı. Kulaçlarını açıp etrafını ölçmeye çalıştı. Kulaçları gelişmedi ölçmeye. 
Birer daha su içip kaplarını da doldurup en yakın su olan Sorkuna doğru yolu ellerine aldılar. Atları da sıkı sıkı suladılar. 
Bir saat sonra Sorkun yaylasına geldiler. Burada da biraz dinlenip, sulanıp yola revan olmayı düşünüyorlardı. 
Yazın bitmiş olmasına rağmen burada kuşlardan her birinden birkaç ailenin kaldığını, pınara gelip su içmelerinden anladılar. 
 Sorkun pınarının kurnalarına ağızlarını dayayıp bol bol su içtiler. Bu arada başlarının üzerinde bir kuyrukkakan bir de gök güdük ailesinin devamlı kanat çırpıp ses verdiklerini gördüler. 
Kayaların sürmeli kraliçeleri bu iki serçe Emin ustanın atının yelelerine bile konuyordu. Neredeyse Beşiri’n kafasına bile konacak gibi yakın duruyorlardı. 
Emin usta bu iki serçeyi çok ürkek bildiğinden onlara yaklaşınca pır diye uzaklaşacaklarını sanıp yaklaşmıyordu, ama bu yargısını kırarak onlara yaklaşmayı denedi.
Kuyrukkakan sağında gök güdük solunda olacak şekilde yaklaştı, hiç kaçmıyorlardı hatta elini uzatıp saçlarını okşadı, geriye yatık tüylerini eliyle sevdi. İkisinin de gözlerinin gerisinden boyunlarına doğru süren sim siyah sürmelerini seyretti ve eğilip öptü yanaklarından. 
Emin ustaya cik cik bir şey söylemeye çalışıyorlardı. Usta: ya rabbi ne dediklerini zatın hakkı için bana da anlaştır, diye dua etti. Bunun üzerine ikisinin birden: 
“Biz senin Selanik’e götürdüğün iki serçenin torunlarıyız, onlara ne yaptınız, sağ salim sizinle menzile ulaştılar mı? Onların da orada yeni nesilleri çoğaldı mı?”
Dediklerini anladı. Usta da:
“Evet, onları menzillerine ulaştırdık, kendilerine aynen buradaki gibi yuva ortamı olan yerlere yerleştirdik. Giderken geminin fırtına karşısında geçirdiği sarsıntı sırasında yuvaları bozulunca onları korumak için yeniden bir tünek hazırlayıp koruduk.” 
Kuyrukkakan: orada da bölelerimizin (kardeş çocukları) yuvaları önüne döşeyecekleri minik saylar var mı? Gök güdük de: soydaşlarımızın yuva yapabileceği çamur bulunur mu? Diye sordular. 
Usta, evet, Selanik de aynen burası gibi sizlerin yaşamasına ve üremesine uygun bir yerdir, artık böleleriniz Avrupa’nın her yanına yayılmak üzeredir, deyince sevinç çığlıkları atarak Sorkun yaylasını çınlattılar.

Yazarın Diğer Yazıları