
Fadime ve Heidi
Mükremin Kızılca
Heidi, İsviçreli yazar Johanna Spyri’nin kitabından uyarlanan benim de sevdiğim çizgi filmlerden birisidir.
Bu filmdeki Heidi adlı küçük kız: içten, dost canlısı, yardımsever, duygusal, mutlu, pozitif ve neşeli bir karakterdir.
Bu günlerde TRT Çocuk ’ta sık sık ekranlara gelen Alplerin kızını benim de çok sevdiğimi bilen torunlarım Günalp ve Mükremin Efe her ekranda çıkışında odama koşarak gelerek: dedeee dede! Heidi çıktı, derler ve beni de televizyonun başına oturtur.
Heidi, küçük yaşta anne ve babasını kaybediyor. Buna rağmen hayata küsmüyor! Bir süre teyzesinin yanında kaldıktan sonra teyzesi onu Alp Dağları’nda bir köyün yaylasında yaşayan büyükbabasının yanına getiriyor.
Ancak aksi bir adam olan büyükbabası Heidi’yi istemiyor. Heidi ise büyükbabasına kendini sevdirmeyi başarıyor. Onu da kendisi gibi yaşama bağlıyor! Heidi, Alplerdeki hayatı çok seviyor. Peter isminde dedesinin ve köylülerin keçilerini otlatan bir arkadaşı oluyor.
Bir gün teyzesi onu zengin bir ailenin tekerlekli sandalye ile hayatını sürdüren kızları Clara’ya arkadaşlık etmesi için Frankfurt’a götürüyor.
İşte bizim vermek istediğimiz mesajın başlama noktası burada başlıyor:
Bizim Fadimeler, Urkuya’lar gibi köyden şehre inen Heidi’nin ilk karşılaştığı gariplik adının beğenilmemesidir. Bu zengin evindeki Clara’nın aşırı disiplinli ve soğuk mürebbiyesi Bayan Rottenmeier onun adını Adelheid olarak değiştiriyor. Tıpkı Fadime’yi Fatma’ya, Urkuyayı Rukiye’ye değiştirdikleri gibi.
Demek ki bu aristokratik davranış tüm dünyada varmış. “Köylü Milletin Efendisidir” sözüyle bu olgu baştan yıkılmak istense de ne yazık ki hayat tam tersi sürdü gitti.
Bu durum daha da haddini aşarak: köylülerle kentlilerin oyu eşit olmamalı, diyenler bile çıktı. Çobanla sanatçının ayu eşit olamaz diyen geri zekâlılar türedi.
Heidi çok özlediği yaylalarına, kırsal doğal hayata geri dönünce, bu kez Clara çok alıştığı Heidi’yi özlüyor ve onun ziyaretine geliyor. Heidi, Clara’yı Peter’le tanıştırıyor. Hep beraber gezip, oynuyorlar. Clara, Heidi’nin yaşama sevincinden ve insan sevgisinden etkilenip, güç alarak yürümeye başlıyor. Heidi ve herkes buna çok seviniyor.
Benim çocukluğumda Anadolu’da 1970 öncesi şehre evlatlık verilen Fadime adındaki köylü kızları adı Fatma veya Fatoş olarak köye gelirlerdi.
Bunda anormallik de yoktu, hatta doğruya daha yakın bir tutumdu, zira Fadime’nin aslı Fatma’dan bozma olmakla aslına dönülmüş de oluyordu. Ama niyet doğruya ulaşmak değil köylülük ifadesi saydıkları adın değiştirilmesiydi. Aynen Frankfurt’ta Bayan Rottenmeier’ın yaptığı gibi.
Yüz yılın başlarında ve ortalarında yeni yeni okumaya başlayan Anadolu gençleri, kız olsun erkek olsun köylerine döndüklerinde bazı şeyleri beğenmezler burun kıvırırlardı ya, işte öyle bir şeydi durum.
Değişim o kadar hızlı gelişti ki şimdi her şey ters yüz, daha doğrusu doğru yüz oldu. Köyden kentlere gidenler şuur sahibi olup geriye döndüklerinde sevgi ve saygıyla insanlara yaklaşıyorlar artık.
Meyveler, sebzeler ve hayvanlar gibi insanlar da eğri büğrü yanlarıyla kabul edilmelidir. Meyveler ve sebzeler nasıl ki çeşitli aşılama yöntemleriyle düp düzgün bir hal alıyorlarsa insanlar da İslami terbiye ve şuurun aşılanmasıyla Allah’ın ve peygamberin arzuladığı ve iki cihanda mutluluğu yakalayabilecek bir kıvama gelebilirler.
Bunun için de engin bir İslam kültürüne sahip bireylerin çoğalması, kendilerini birer davetçi sayarak ümmet-i Muhammed’in evladına beklenen eğitim ve terbiyeyi vermeleri gerekiyor.
Bu eğitim ne kadar küçük yaşta başlarsa o kadar faydalı oluyor. Aksi halde İslam’a doğru bir gözle bakmayanlar tarafından kapılan çocuklar birer protest kafalı, ana – baba ve milletini hor gören yapıda yetişebiliyor!