
Biz Hep Neden Ağlarız?
Mükremin Kızılca
Göçler insanlıkla yaşıttır.
Ortadoğu coğrafyası insanoğlunun ilk mekânıdır.
İki iken dört, dört iken on altı, on altı iken 256… sürüp giden nüfus artışı elbette insanları yeni yurtlar ve yeni otlaklar aramaya sevk etmiştir.
Türkler temelinde de göçler hiç eksik olmamıştır. Dar, Asya toprakları sürülere yeterli otlakıye imkânı vermemesi dünyanın öbür uçlarına hicrete zorlar insanları.
Amerika kıtasına kuzeyden Bering boğazından, Avrupa kıtasına da Kafkaslar üzerinden akın akın göçer dedelerimiz.
İslamiyet’i kabul şerefiyle beraber hızlanır göçler. Son hak dini insanlığa duyurma / tebliğ ve ila-i kelimetullah heyecanıyla olur bu sefer göçler.
Zaten Allah cc yüce kitabında:
“Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.” (Nisa 97)
Buyurmuştu.
İla-i kelimetullah heyecanı hepsini bastırmıştı.
Tevhidi putperest insanlara ya da insan eliyle tahrif edilerek demode olup Allah tarafından yenisi gönderilen din mensuplarına duyurmaktan daha şerefli ne olabilirdi ki?
Güle oynaya yapılan yer değiştirtmelerin yanında bir de zorunlu sürgün ve iskânlar vardır. İşte bizi ağlatan bunlardır. Kurulu düzeni, eşi, dostu, doğduğun toprakları, teneffüs ettiğin havası, tanıştığın kuşu kurdu verilen sürede terke zorlanmak ağlattı bizi.
En fazla da bu son göçler ve geri dönüşler ağlattı ve sızlattı içimizi.
1475 yılında Karamandan Avrupa’ya tehcir ve iskân edilen atalarımız yine tehcir ve iskânla 550 sene sonra karşı karşıya geldiler.
Giderken suçlu gibi muamele gördüler genellikle, dönerken ise çingene muamelesiyle karşılaştılar yer yer. Ama değişmeyen bir şey vardı: her ikisinde de ağlayarak yürümek.
Bu eserin birinci bölümünde okuduğunuz gibi atalarımız Karamandan ağlayarak gittiler ancak dönüşleri aynı topraklara değildi. Anadolu’nun neresi boşsa oraya dağıtıldılar.
Ecdadımız dışında bir de Kafkas göçleri vardı aynı dönemde: onlar da Bolşevizm ve moskof zulmünden kaçarak İslam Hilafetinin merkezine yürüyorlardı. Onlar da bazen beğendikleri bazen de istenen yere iskân edildiler.
1800 yılından sonra kaybedilen Avrupa topraklarından Osmanlı askeri çekildikçe vatandaşlar da akın akın Anadolu’ya yürüyüşe geçtiler. Bu durum 1923 yılına kadar sürdü. Çünkü çoğunluğu Türk olmayanlar arasında kalan Müslüman Türklere asla rahat yüzü gösterilmiyordu. Oysa biz çoğunluk iken onlara böyle mi yapıyorduk?
Allah’ın emri olan adaleti, insanlığı ve özgürlüğü sonuna kadar yaşatıyorduk onlara.
Balkan göçleri en sona bırakıldı. Ne de olsa oralarda soydaşlarımız bulundukları yerde çoğunluktalardı.
Onlara ise Lozan’da alınan bir kararla mübadele uygulandı. Mübadele değişim demek olup Batı Trakya hariç Yunanistan’daki Türklerin Anadolu’ya, İstanbul hariç Anadolu’daki Rumların da Yunanistan’a tehcir ve iskânı demektir.
Bu bağlamda Selanik Gargara ve civar köylerinden Türk olan köyler de mübadeleye tabi tutuldular.
En yakınımızda Konya Sille beldesindeki Ortodoks Karaman Türkleri de Yunanistan’a gönderildiler. Bu durumdan, mübadelede asıl olanın ırk değil de din olduğu ortaya çıkmıyor mu?
Mübadillerin köylerini terki kolay olmadı. Buna rağmen her şey devletlerce kitabına uygun yapılıyordu.
Mesela Gargara’dan giderken Osmanlıların zabıt altına alıp değerini Selanik Gargara’da teslim alan Gargaralılar bu sefer de Selanik Gargara’da bütün mallarını bir şekilde tasfiye ettiler ve iskân edildikleri Antalya’da tam olmasa da değerini teslim aldılar.
Ama …
Hoş olun ve hoşça kalın!