
Biz '68' kuşağıyız!
Mükremin Kızılca
Anamız bizi şafakla kaldırır, evimizin alt katında böğüren malların yemini, samanını vermeye gönderirdi.
İnekler, keçiler ve eşekler kapı gıcırtısını duyar duymaz, sanki ağlarcasına; önce bana ver, der gibi baş bağlarını gerdirerek elimizdeki seleye hücum ederlerdi.
Şimdi mahallemizde inek besliyorlar, kokusu rahatsız ediyor diye şikâyet ettiğimiz düzen o vakitler evlerimizin altındaydı.
Yaylalarda ise yan yana çevliklerin ve keliflerin içinde dostluklarımız daha da ileri giderdi mallarımızla.
Ne kadar terbiyeli ve ne kadar eğitimliler idi ki eşeklerimiz, katırlarımız iki denk hararı veya buğday çuvalını görünce kendiliklerinden aralarına dururlar, yükle hadi! Derlerdi.
O, saatlerce basıldıktan sonra tıka basa dolu koca hararları sırtlayan hayvancığız hiç mola vermeden dört beş saat süren yolculuktan sonra köye gelirdik ve eşeğimiz her sefer yaptığı gibi gene evin arka duvarında bulunan samanlık deliğinin önüne dururdu.
Ere kadar istirahati o da biz de hak ederdik ama yayladakiler vardığımızda heybelere, denklere, sepetlere ve çuvallara bakacaklardı. Onlara bir şeyler toplamalıydık bağdan, bahçeden.
Erden bütün mahalle ve komşularla harmanda kalan buğday ve samanları çekmeğe devam etmek için kalkar yeni benleşen üzümlerden, eriklerden, ekin elmalarından ne toplandıysa heybelere, sepetlere koyar eşeğin ve ya katırın üzerine hem yüklerimizi hem kendimizi yerleştirerek cangır cungur alaca karanlıkta yayla yoluna çıkardık.
Hele ayedin ise o zirvelerin üzerinden dolunayın altında Ülker ve terazilerin kuşluk vakti gibi dallandığı sırada Samanyolunu seyrederek yaylaya ulaşırdık.
Yaylaya vardığımızda güneş kıpkızıl gara çayırın, aggediğin üzerinden ak appak bıyıklarını yeni göstermeye başlardı.
Gocacıkların arasında, kayaların, kebenlerin üzerinde takır tukur dört saat süren yolculuktan sonra bir istirahati hak eder ve kelifin bir kıyısında üstü bezli bir taşı yastık yapar üstümüze de bir mitil koyarak yatırdık.
Bundan elli yıl önce her evde bir eşek veya katır vardı. Şimdi ise her evde bir patpat ve taksi var.
Şu anda eşeklerin ve katırların sonu gelmiş durumda, yaşlananlar eşek mezarlıklarına ya kakılı veriyor ya da eziyet çekmesin diye vurularak itlaf ediliyor.
Geçenlerde bir amca anlattı. “Artık eşeğe binemiyorum, eşeğim de iyice kocadı, onu ölmesi için tarlamızın başına veya eşek mezarlığına koyuverip geldim, akşam namazından dönüp eve çıkarken ahıra baktım ki eşek gelmiş benim yem vermemi bekliyor, bu birkaç defa tekrarlandı ama o artık hasta, yorgun ve yaşlıydı, vurmaktan başka çaremiz yoktu. Şimdi artık tarlaya gideceğimde ve döneceğimde taksi çağırıyorum.”
1960 en geç 1970 yılına kadar yayla yolları bir guruba havale edilir ve taştan dikenden temizlenerek eşeklere ve katırlara kolaylık sağlanırdı.
Hatta bu guruptan birinin anlattığına göre yanlarına verilen azıkta bulunan bir sitil maşlı pilav yaylaya kadar soğumamıştı.
A guzum senin dedelerin dört kile arı buğday için Ayı belenindeki iki koyağı eker hem ekmekte hem sürmekte ve hem de taşımakta hayvanlarını kullanırdı.
A guzum senin deden üssüzdeki harmanını kaldırmak ve mallarını otlatmak için iki ay orada kalır Kuşakpınardan kendilerine ve hayvanlarına fıçılarıyla su taşırdı.
A guzum sen şimdi akıllı telefonları avuçlarında, son model arabaları altında buldun, çok değil senin baba veya deden bunları görmedi.
Sen bir hafta çalışmakla kışlık ununu bulgurunu ve katığını çıkarabiliyorsun, oysa onlar bir kışlık erzakı ambara koymak için yaz altı ay yaylalarda seğirtirler ve ancak unluk bulgurluk ve katıklarını elde edebiliyorlardı.
Çok hızlı gelişen hayat tarzı ve teknoloji, kadar insanlığın da gelişmesini, adam gibi yaşamayı ve sevgiyi, saygıyı hak ettiğimiz yerde görmeyi ne kadar isterdik değil mi?