
Bedestende Kara Lastikle!
Mükremin Kızılca
1970’lerden Konya Hatıraları 6
Meram Dere Kur’an kursunda Ermenek / Güneyyurt’tan altı kişiydik:
Hasan Ayvacı, Osman Bozdemir, Mükremin Kızılca, Ümmet Uray, Kadir Akıncı ve Mehmet Güvenç.
Ümmet Uray, Kadir Akıncı Alakise – Yenimahalle’den teyze oğullarımdı. Onlarla sık sık çarşılarda beraber gezerdik. Üçümüz de burada dernek yardımıyla okuyorduk, aylık aidat vermiyorduk.
Ümmet’e, Haydar hocamız merhum Himmet derdi, ümmet bir büyük topluluk adı olduğundan şahsa yakışmıyor, demişti. Kadir’e de Abdülkadir derdi, Kadir Allah’ın adıdır, münasip olan Abdülkadir yani Kadir olan Allah’ın kulu manasında Abdülkadir demektir demişti. Bana da Ra’yı kalınca söyleyerek Mükramin derdi.
Bir cumartesi çarşı izni sırasında Ayşe teyzemin Kadir bedestende, ayakkabıcılar içinde, ayağında eski bir pabuçla gezerken bir esnaf içeri alır ve ayağına bir yeni ayakkabı verir.
O gün akşam Kadir bunu Dere’de anlatınca Ümmet de anası Havva teyzeme yazar: anacığım Kadir’e yeni bir “babıç” verdiler, benimki delik parçık duruyor der.
Birkaç gün sonra merhume Havva teyzemin Ümmete gönderdiği mektubunu okuduk, merhume kanayaklı teyzem diyordu ki: “guzum o dügganın önünden eski ayaggabınıla bi de sen geç, belki görür de sana da verir”
Bunun üzerine Ümmetle birkaç kere o dükkânın önünden geçtik, kimse bakmadı, çağırmadı.
Sonraları, Türkiye’de ne kadar Kur’an kursu ve İmam – Hatip varsa talebe sayısına göre İstanbul’dan bir işadamı kumaş gönderirdi, o kumaşlardan takım elbise ve pantolon diktirirdik. Bu işadamının aslen Kadınhanı’ndan Topbaşlar ailesi olduğunu öğrenmiştim.
Ümmet de ben de küçük yaşta babalarımızı kaybeden iki yetimdik.
Analarımız Sultan ve Havva rahmetliler de iki kanayaklı olarak daha iyi anlaşıyorlardı. Hatta Altıntaş yaylasında bütün Alakiselilerin kelifleri – çardakları Obadaşı denen yerde topluca bir aradayken bizim keliflerimiz Tuzla dediğimiz, Topaktaş’ın üst yanda bir yamaçta bulunuyordu.
Kelif dediğimiz şey, iki odacıklı, taştan örme, üstü ardıç direkleriyle örtülü derme çatma bir evcikti.
İneklerimizi ve keçilerimizi geceleyin yan taraftaki taşların deliklerine birer baş bağıyla başlardık. Nedendir bilmezdik ama yaylalardaki taşlar hep delik deşik olurdu.
Sabahleyin erkenden anamız sütlerini sağar sıcacık bulgurdan sütlü çorba pişirip hazırlarlardı. Bazen de yaz sonunda tarhana yapmak için değişiğe katılırlar, Ümmetle beni Obadaşına elimizde buçuklarla değişik evine süt iletmeye gönderirlerdi.
Tarhanayı yapınca Hacı Abdil çayırındaki Topaktaş’ın üzerine sererek kuruturduk, çünkü oraya hiçbir hayvan çıkamazdı. Kuşlarsa tarhana yemezlerdi.
Güze doğru, yaz sonunda ekinler kalkınca Anamur Yörüklerinin develeri yayılmaya gelirdi. Hacı Abdil çayırı ile Gölcük arası develerle dolar taşardı.
Deve yavrusuna boduk derdik, analarının ardı sıra gidişleri görmeye değerdi. Çocuklar arasında o zaman; devenin altından geçersen her dileğin kabul olurmuş derlerdi, ayakta yayılan koca develerin altından geçerek dilek tutardık.
Harmanlar kalkınca çok buğday kaldıranlar devecilerle anlaşarak yüküne göre otuz kırk develik katarlarla buğdaylarını köye indirirlerdi.
Altıntaş yaylasının yaz yağmurundan çok korkardık. Çünkü herkesin sapı samanı ve çeçi ortadayken bir tutarsa bir yıllık emekler ve ümitler boşa gidebilirdi.
Ama biz çocuklar onu da beklerdik. Çünkü sonrasında bir taraftan güneş açınca oluşan ineğim sağmayı seyre doyamazdık. İneğim sağmanın altından geçersen her dileğin kabul olurmuş diyen büyüklerimizin sözüne uyarak altından geçmek için baya bir seğirtirdik.
Ama nerede? O sadece ulaşılmaz bir Kızılelma’ydı!