Mükremin Kızılca

Bedesten Ayakkabıcılar İçi

Mükremin Kızılca

1969 Konya Hatıraları - 4

1969 yılının bir kış günü.

Herkes güzel güzel montlar ve kazaklar giyinmiş çarşı iznine çıkıyorlardı.

Haftada bir gün çarşı izni olurdu, bu izin Cumartesi günü yapılırdı.

Meram Dereden Konya Kayalı Parka kadar genelde Dere Belediyesinin çok temiz, büyük otobüsleriyle giderdik.

Bir cumartesi günü otobüse verecek param yoktu, kimseden de isteyemezdim, utangaç, içine kapanık biriydim.

Topraklık Kur’an kursunda bir arkadaşı görmem gerekiyordu herhalde ki oraya kadar yürüyerek gittim. Yaklaşık otuz km mesafeyi 13 yaşımda nasıl yürüdüğümü şimdi bile kestiremiyorum.

Akşama yakın Haydar Hocamız kursun nizamiye kapısında durmuş her gelen talebeyle alakadar olup bir şeyler konuşuyordu.

Ben de nizamiyeye yaklaşmıştım; öyle diğer talebe gibi gıcır gıcır takım elbisem, pardösüm falan yoktu. Ayakkabıya pabuç derdik köyde, iskarpine yeni yeni alışıyordum.

Kapıya yaklaşınca hemen elini omuzuma attı ve:

- Sen nereleri gezdin bakalım bugün? Dedi. Hava soğuktu, üzerimde sadece bir ceket vardı. Beni baştan aşağıya süzdükten sonra:

- Mükramin! Haftaya çarşı iznine çıkmadan benim yanıma gel, dedi.

Tecvitteki Hükmürra kuralı gereği Ra harfi üstün olunca kalın olarak söylemişti adımı.

- Tamam, hocam, deyip gelecek cumartesi gününü beklemeye başlamıştım. Neden görüşmek istediğini çok merak ediyordum, Arapça gurubunun içinde önde görünen bir talebe olarak beni yakından tanıyordu.

Cumartesi günü sabahı saat ondan sonra Haydar hocam beni de alarak belediye otobüsüyle çarşıya vardık. Bedestende Ayakkabıcılar İçine yakın bir dükkâna girdik. Dükkân son derece ferah ve elbise çeşitleriyle doluydu.

Haydar hocama son derece saygıyla muamele ediyorlardı. Haydar hocam beni göstererek;

- işte size bahsettiğim talebem, dedi. Tatlı ve sünnete uygun sakallı bir kişi:

- Gel evladım diyerek beni dükkânın üst katına çıkardı. Burası baştanbaşa erkek pardösüleriyle doluydu. Bana:

- İstediğin pardösüyü alabilirsin, dedi.

Ben de bunun üzerine fazla karıştırıp buruşturmadan çok üşüdüğüm için içi tamamen süngerli kalınca birini seçtim, denedik, tam bana göreymiş, giydikten sonra çıkaracak oldum:

-Hiç çıkarma! Dedi ve aşağı zemin kata indik.

Haydar hocam ve beraberindekiler, sırtında eskisin, bize dua et, dediler. Haydar hocam:

- Sen gidebilirsin, Mükramin, arkadaşlarınla gez dolaş bugün, deyip bana müsaade ettiler.

O gün arkadaşlarımın yanında bir başkaydım, ayağım yere değmiyor gibiydi. Pardösüme bir çamur sıçrayacak diye ödüm kopuyor, suya ve çamura basmamak için adımlarımı tane tane atıyordum.

Bu pardösüyü askere gidinceye kadar giymiştim.

Askere gitmeden önce kaldığım Karaman Ada köyünden merhum Hakkı Baran ve diğer bir arkadaşla üç kişi olup Ermenek’teki köyümüz Güneyyurt’a gitmek üzere yaya olarak yola çıktığımızda da üzerimdeydi.

Benim de ilk defa yaya olarak gittiğim Ada, Köprücek, İhsaniye, Yellibel Balkusan, Tolbunar, Yukarı Çağlar, Güneyyurt güzergâhı üzerinde Yellibel ile Balkusan arasında akşam olmuş açık alanda yatmak zorunda kalmıştık.

Günlerden Nisanın ilk günleriydi, 1950’li yıllarda yapılan Karaman – Ermenek bağlantısını sağlayan şoseyi takip ede ede gidiyorduk. Diğer yerler yeni yeni alalamaya başlayan karla doluydu. Yanımda iki de garip çocuğu sürüyerek büyük bir tehlikeye atabileceğimden korkuyordum.

Akşama yakın ne kadar bağırsak çağırsak da ses seda yoktu. Ortalık iyice kararmaya başlamıştı. Telefonlar henüz icat edilmemişti. Hiçbir iletişim aracımız yoktu.

Aramızda istişare ederek açık ve karsız bir alan seçtik, yerler kar olmasa da ıslaktı, geven ve çekmelerin yoğun olduğu bir yere üç genç uzandık.

Yedişer ayete’l- kürsiyi okuyarak etrafımıza üfledikten sonra benim beş yaşındaki içi süngerli pardösüyü üzerimize çektik ve uyumaya çalıştık.

Saat on ikiye doğru dolunay bütün ihtişamıyla ufukları aydınlatmaya başlamıştı. Az sonra şavkı bize de ulaştı.

Benden iki üç yaş küçük Hakkı ile Mustafa çoktan uyumuşlardı.

Bense pardösüyü ikisinin üzerine örterek oturuyordum. 

Devamı var!

Yazarın Diğer Yazıları