Mükremin Kızılca

Atmış Yıl Önce Farkımız!

Mükremin Kızılca

Yaygın olarak bilimsel ve teknolojik keşiflerin art arda ortaya konduğu ve insanların hizmetine sunulduğu bir zaman diliminde yaşıyoruz.

Motorun icadından ve ona ait en gelişmiş araçların keşfinden sonra insanlık, ucu bucağı tahmin bile edilemeyen bir şekilde bilişim ve yapay zekâ alanına yoğunlaşmış haldedir.

İnsanoğlu hakkında dileğimiz, elinde olan bu kadar engin akıl ve zekâsını huzur ve barış dolu bir dünya meydana getirme yolunda da sarf etmesidir. İnsanlığın en önemli konusu gelecek nesillerimize kan, savaş ve boğuşma dolu bir tarih bırakmak olmamalıdır.

Şimdi bir nebze de olsa güzel anılarımıza dönerek her şeye rağmen daha huzurlu yıllardan bir kesit sunuyorum:

1960’lı yıllarda yaylalarda çavdarlı buğdaylar, akyarnaslar boy atar Ağustos başlarında derilmeye başlanırdı.

Ekinlere orak zor geçerdi, çok verimli ve kalın saplı olurlardı. Samana ihtiyacı olmayanlar dizinin üstünden biçer böylece düven süren hayvanların işini kolaylaştırmayı gaye edinirdi.

Yaylacıların ağzında kimin ne kadar buğdayı olduğu veya olabileceği konuşulurdu. Buğday kutu diye yaklaşık altı kiloluk bir ahşap veya metal ölçekle ölçülür, sekiz kutuya bir kile denirdi. O tarihte yaylamızda yüz kile buğday kaldırabilen birkaç çiftçi ancak vardı.

Ekinler herkesin harman yerinin olduğu dev bir çayırlıkta yer alan harmanlarında toplanırdı.

Herkesin ya bir çift öküzü, ya bir çift atı ya da tekdeş olarak bir çift ve düven hayvanı göreve hazır olurdu.

Bir ağızlık harmana yeterince sap değirmi bir biçimde yayılırdı ve hayvanlara düven süren kişi dah derdi. Bugün sabah başlayan düven işi yarın öğleye doğru erimiş olur, sapla samanı ayrıt etme vakti gelirdi. Tabi bu bir seferlik için. Ekin sapı çoksa defalarca birer buçuk gün tekrarlanırdı.

O zamanlar patoz henüz tek tük adı duyulmaya başlanmış olsa da bizim yaylaya henüz gelmemişti. Gelse de onun saatine şu kadar para verip yaptıracak kişi de çok az bulunurdu.

Ancak o sırada patoz olmasa da Anamurlu Yörüklerin gölükleri vardı. Onlar ata gölük derlerdi. Hali vakti yerinde olanlar bu gölüklerden bir çiftini kiraladı mı sabah başlayan düven işi aynı gün öğleye biterdi. Yani biraz variyetli olanlar fakirden üç kat fazla işi sürücüsüyle beraber bir çift gölüğe yaptırırdı.

Şimdi günlerce süren düvenden sonra yine günlerce yabayla rüzgârda savurmanın ardından net olarak buğday bir tarafa saman bir tarafa çıkardı. Çocuklardan birisi çuval ağzı açar, ölçen baba ise bir, iki, diye sekiz kutuyu döktüğü kıl çuvalı kenara alırdı. Harmanın bir tarafı buğday çuvallarıyla, diğer tarafı da saman hararlarıyla lebalep dolardı.

Şimdi kimin kaç kile buğdayı olduğu duyulmaya başlanırdı.

Ama şimdi bir de yüz kile, seksen kile buğdayı olanlar için bunu köye taşıması vardı. Evde bulunan tek eşek ya da katırla on - on beş kile buğdayı olanlar bile samanını ve buğdayını taşımak için günde bir sefer yapma imkânıyla bir ay varıp gelirlerdi.

Hali vakti yerinde olup da seksen yüz kile buğdayı olanlar bir o kadar da samanı olanlar için bir kolaylık yolu daha vardı.

Anamur Yörüklerinin develerini kiralayarak tek katar halinde bir defada bütün mahsulü köye indirmek.

İşte o zaman harmanın etrafında sıralanan kırk elli deve bütün buğdayları ikişer kile yüklenerek ağır ağır köyün yolunu tutarlardı.

Ve kimin zengin kimin fakir olduğu gölüklerle ve deve katarıyla ortaya çıkardı.

Yazarın Diğer Yazıları