
Aşk Bir Safsatadan İbarettir
Mükremin Kızılca
Lakin sen ey şebab-ı mihnet büyük fesad
Ey menba-ı tenasüle mecra-yı pür kesad
Cemiyeti hazala düşürdün kıvamdan
Efradı ibtizala düşürdün gramdan
Bir aşktır çıkardı şu meydana tıynetin
Sonunda döndü canlanıp enva-ı cinnetin
(Tuhfe-i Naili: İstanbullu Muammer Ferdi Bey)
Aşk kelimesi kutsal kitabımızda hiç anılmayan bir kelimedir. Sevgi ve birine bağlanma manasına alınır. Halk arasında bir kadına duyulan sevgiyi, bağlanmayı ve hatta kara sevdayı ifade eder. Sonraları Allaha aşkı ifade eden aşk-ı ilahi terkibi de kullanılmaya başlanmıştır.
Allah’ımız c, 6600 küsur ayetinde bu kelimeye bir yerde bile temas etmez, o zat-ı ecell-i a’lânın sevgiyi anlatmakta ki tercihi hubb ve meveddet kaynaklı kelimelerdir ki sevmek manasınadırlar:
Hubb, yuhibbü, yuhibbûne, hubben, mahabbet gibi 94 tane hubbdan müştak kelime vardır ayet-i kerimelerde.
Yüce peygamberimiz de “Allah için sevmek” derken hubb kelimesini kullanmıştır. Hubb’un eş anlamlısı bir kelime daha vardır.
İki ana naslarımızda geçen: VDD kökenli ve Türkçede meveddet mastarıyla yaygın olan kelimedir ki 28 ayet-i kerimede geçmektedir. Bunlardan birisinde efendimizin ehl-i beytine ve akrabaya sevgiden başka bir şey istemediğini dile getirir:
“ … De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum…” (Şura/23)
Yaratıcımız sevip sevmediklerini hep bu kelimeden türeyenlerle ifade eder, mesela tevbe edenleri, temizleri, iyilik yapanları, kendisinden sakınanları, sabredenleri, adaletli davrananları, kendi yolunda savaşanları sevdiğini beyan ederken: zalimleri, kibirlileri, azgınları, israf edenleri, kâfirleri, müşrikleri ve şımarıkları asla sevmediğini açıklar tek tek ayetlerinde.
Yegâne önderimiz peygamberimiz de aşk kelimesine bulaşmamış o da hep sevgiyi “hubb” kaynaklı kelimelerle ifade etmiştir. Nitekim onun bir adı da Habibtir, Habibüllahtır ki “hubb” kökünden sevgili demektir.
Genellikle vahdet-i vücutçuluğa sapmış tarikatlarda muhabbet yerine hep aşkın türevleri kullanılır. Bu aşkın tutuşturucusuna da “od” derler. Tevazu yapacağız derken büsbütün bir gurura kapılırlar, çünkü bu aşkı tatmayanlar onların gözünde “zavallılar zümresidir”(!).
Bir mecliste bulunmuştum bir zaman böyle bir tarikatın ünlü bir şahsiyeti de vardı mecliste, aslında herkesin dinlediği kişi de oydu zaten. Aşktan yanmaktan tutuşmaktan hatta kül olmaktan bahsediyordu. Dikkat ettim giyim – kuşam tarzında bile hiç İslami bir görüntü yoktu. Madem yanıp kül olduğun bir zata âşıksın, onun emirlerine neden riayet etmiyorsun?
Bunların sözünü ettiği aşk, kadınları tavlama ve onlara kur yapmak manasındaki gazel tarzı divan şiirinin İran’dan Türklere gelmesinden sonra başlamıştır.
Saraylarda, divan şiirlerinde hep aşktan söz edilir ve zahit ve sofilerle dalga geçilir. Bu âşıkların dillerinden düşmeyen başlıca kelimeler şunlardır: şarap, meyhane, mey, cam, kadeh, sağar, meclis, bezm, saki, Cemşid, meze, şarabi renkli dudaklar ve yakutu andıran yanaklar.
Yahu nedir bunlar diyenlere de “sen aşktan ne anlarsın” diyerek neredeyse İslam şeriatına bağlı Müslümanların önünü keserek “durun yobazlar! Daha siz hâlâ işin dış kabuğunda mısınız, bizim aşkımızı bir de siz tatsanız, öze inebilseniz” derler.
Namaz kılan, abdest almak için kolu paçası sığalı müminlerle “72 millet dahi elin yüzün yumaz değil” gibi nakaratlarla alay ederler.
Aşk bazen insanı böyle yoldan çıkarır. Ama muhabbet öyle mi? Asla, o muhabbet sevdikçe korku ile ümit arasındaki durağı belirgin hale getirir. “bir namaz bitince diğer namazı beklemeyi” gerektirir.
Âşık: saraylarda vezir ü vüzera ve padişahlarla hem hâldir. Muhibb: Seccadesinin üstünde, Allah’ın huzurunda duada ve niyazdadır.
Âşık: Sâkiyâ, Dilâ ve Leyla diye yalvarırken, Muhibb: Ya ilahi diye yakarır.
Âşık: kafaya koyduğu sefilleri göklere çıkarırken, Muhibb: Göklerdeki ilahi rahmetleri ve melekleri yere indirir.