
Ankara Notlarımdan-28 / 31 Ekim 2022
Mükremin Kızılca
Bizde yoktur bir tartışma kültürü – Her şeyi tartış, tartışma, kültürü!
Ulucanlar cezaevi şimdi her saat dolup taşan bir müze!
Türkiye’nin en büyük yazar meslek birliklerinden olan İLESAM kurumumuzun 18. Ankara kitap fuarındaki imza günümüz için YHT ile yollardaydık.
Artık Konya’nın da iki garı var, biz Selçuklu garından bindik.
Oldukça geniş koltuklarımıza yerleştik, bu sefer ikili koltukların diğerinde gençler denk geldi. Her ne kadar selam versek de bir merhaba alamadık. Herkes avucuna kıstırdığı bilgisayarıyla meşguldü.
EGO’nun işlettiği yeraltı treni ve otobüslerde yaşlılara yer vermek iyiden iyiye kaybolmuş durumda. Hatta gençler yaşlılara çok kızıyorlar.
Bu kızış okul dağılması sıralarında daha da artıyor ve iki büklüm nineler ve dedeler binse bile çoğu yerinden kıpırdamıyor. Sebebi de altmış beş yaş üzeri yaşlıların bedava binmeleri.
Yaşlıların her gün EGO kullandıklarından bahseden konuştuğum bazı kişiler, bu yasanın kalkmasını istiyor. Sen altmış beş olduğunda bu istifadeden vaz geçer misin? Deyince de, orası başka, diyor.
Aynı durumun sadece Ankara’da değil, Türkiye’nin her tarafında geçerli olduğuna kaniyim. Hatta bu yasanın, her yaşlının her ilde aynı kartla istifadesi yolunda var olduğu söylenen çalışmalardan da rahatsızlar.
ATO kongre merkezindeki fuarda her zamanki gibi yoğun bir kalabalık vardı. TYB de burada stant açmış yüzlerce yazarın istifadesine sunmuştu. Konya şubesinin stant taleplerine Konya Kitap Günlerinde neden olumlu yanıt verilmedi, anlayamadık doğrusu.
Gar içinden bir şey almak isterseniz dışarının iki katı ödemeyi göze alacaksızın. Ama Ankara garı güzel bir şey yapmış, içeriye Migros Jet açtırarak bu dengeyi sağlamış. Serbest piyasa ekonomisi bu olsa gerek.
Bunlar güzel ve renkli şeylerdir. Çeşitlilik her zaman iyidir. Farklı yemekler, içecekler, insanlar, mekânlar ve fiyatlar güzel şeylerdir.
Ankara güzel şehirdir. Türkiye’nin ikinci büyük metropolüdür. Burada EGO geçen seneki fiyat olan altı buçuk liraya bilet satıyor. Ancak zarar ettiğini her fırsatta açıklıyor.
Dikkatle biletleri okuyan makineyi biraz dinledim, tam bilet yarıdan azdı. Gençlerin şikâyet ettiği yaşlı – ücretsiz geçişleri çok yoğundu. Hatta belediye yeraltı treninin duvarına “ASKİ iflas ettiriliyor, meclisteki çoğunluklarıyla suya zam yaptırılmıyor…” diye yazan bir şikâyet name gördüm.
Konya büyüklüğündeki semtler eski usul gelişli gidişli yollarla devam ediyor, hala çift yol değil. Konuştuğum arkadaşlar, kentsel dönüşümün on, on beş yıllık olmasına rağmen caddeler çok dar, sokaklar daha da dar, diyorlar.
Ulucanlar Cezaevi Şimdi Her Saat Dolup Taşan Bir Müze!
Devlet, doksan sene kendisine tehdit gördüğü yazar sanatçı, bürokrat ve siyaset erbabını buraya tıktıktan sonra aynı devlet müze yapıp kendisini eleştiriyor. Bu günlerde Diyarbakır cezaevi de aynı sona doğru gidiyor biliyorsunuz.
Ulucanlar cezaevi 2010 yılında müze yapılmış, gezdim gördüm. 1925 yılında açılan ünlü cezaevine yazar, edebiyatçı, sanatçı, siyasetçi nice insanlar girip çıkmış. Koğuşları, hamamı, tecrit odalarını, güneşlenme alanlarını her tarafını gezdiriyorlar. Sel gibi insan akıyor içeriye.
Koğuş aralarındaki boş alanların duvarlarına ilk dönem mahkûmlardan Nazım Hikmet, 1960, 1980 darbelerinde asılan gençler, Yılmaz Güney ve benzeri sanatçıların resimlerini koymuşlar hatıra olarak.
9 ve 10. Koğuşa neden Hilton dendiğini bir tabloda yazmışlar: burada Bülent Ecevit, Osman Bölükbaşı gibi siyaset ve devlet adamları yattığından öyle demiş diğer koğuş sakinleri. Zaten bu iki koğuş ikişer ranzadan ibarettir.
Tecrit odalarının dar sokağından karanlık ortamda geçerken işkence gören zanlıların ve mahkûmların çığlıkları gelir kulağınıza, sesleme olarak dinletiyorlar.
Diğer koğuşlar ellişer yüzer kişilik olup iki sıra, ikişer katlı ranzalar dizili duruyor, üzerlerinden keçe tarzı battaniyeler serilidir.
Koğuşun birinde ağa, çaycı, mahkûmlar, oynayanlar, kitap okuyan mahkûm heykelleştirilip canlandırılmış haldedir.
Bizde yoktur bir tartışma kültürü – Her şeyi tartış, tartışma, kültürü!
Bizde siyasi tartışmalarda hiç tahammül yoktur.
Ulucanlardan çıkıp Altındağ’dan aşağıya inerken bir bitpazarı gördüm, gezip çıktıktan sonra yol boyundaki çaycıda çay içmek için, bir engin sehpa etrafındaki küçük taburelerde oturan iki kişinin aralarındaki boş tabureye oturup çaycıya işaret ettim.
Birisi, bu pazarın Suriyelilerin olduğunu söyledi. Arkasından sohbet ağır ağır Suriyelilerin iskânının zararlarına ve faydalarına geldi. Ben her zamanki gibi tarafsız bir tavırla dinledim.
Sağımdaki bunlar vatan haini derken solumdaki bunlar gariban diyordu. Sert sözlerle birbirlerine girip el kol hareketleri artınca yavaşça kalkıp Melike Hatun camiine doğru yürüdüm.