Mükremin Kızılca

Alime Ninenin Anıları 1

Mükremin Kızılca

“Harp var diyorlardı, 1940’lı yılların ortalarıydı, o zamanlar on beş yaşlarında bir kızdım. 

Köy ekinlerini halledince atlarımızı, katırlarımızı, eşeklerimizi yükler yaylalara çıkardık. Yaylaya çıkarken herkes sevinirdi. Şimdi biz bunları anlatınca derler ki: ne bulurdunuz o kırların başında da sevinirdiniz?  Diye.

Sahi oğlaklar analarının ardından neden zıplayıp oyun oynayarak giderdi? Sıpalar eşeklerin ardı sıra neden hoplardı? Çocuklar lastiklerini ve sapanlarını hazırlayıp neden en erken kalkıp yayla yoluna hazır olurdu? Gelinler, kızlar neden en güzel giysilerini giyerlerdi ve neden en kırmızı ve pembe basmaları tercih ederlerdi? Ve neden sandıklarını dibinde çok özel günleri için sakladıkları yanar – döner ipekli tafta zıbınlarını çıkarıp giyerlerdi?

Hâlbuki hepsini zorlu bir mevsim bekliyordu: oraklar hiç elden düşmeden tarla derilecek, tarlanın bir ucuna toplanıp düğen koşulacak, günlerce boyunduruk altında hayvanlarımız neşeyle dönüp duracaklardı. Yabalar saatlerce yel bekleyecek, neticede dene bir yana saman bir yana ayrılacaktı. 

Bu deneden çok tarafın nasipleri vardı. Karıncalar, geleniler, serçeler, tarla fareleri ve daha nice canlar!

En önemlisi de geniş ailemizin bütün fertleri. Ortaya çıkan elli kile buğdayın hem una hem bulgura hem düğürcüğe hem aşlığa hem döğmeye yetmesi gerekecektir. 

En önemli bir taraf da devlettir. Devletimiz o sırada savaşa girmese de büyük sıkıntılar altındadır. Askerlerimiz her halükarda belli yerlere konuşlanmıştır, tehlike anında savunmaya hazır haldedir. Çörçil denen İngiliz İsmet Paşayı harbe girmeye ikna için Türkiye ile İngiltere arasında mekik dokumaktadır. Ayrıca savaşın Alman diktatörü Hitler de bizi aralarına almak için sınırlarımızda sinirlerimize dokunmaya devam etmektedir. 

İşte ekmeğin en çoğu da askerimize lazımdır, çünkü vatan olmazsa hiçbir şey olmaz, söz konusu vatansa gerisi teferruattır. Bu yıllarda yirmi sene önce kaldırılan aşar yani tarla ürünleri vergisi tekrar yasalaşmıştır. 

Harmanda dene saman ayrılınca devlet jandarmasıyla tahsildarını gönderirdi, yanlarına muhtarı da alan ekip bütün harmanları tek tek dolaşır, kaç kile buğday olduysa öşrünü yani onda birini ayrıca çuvallatırdı. Mesela bizim kırk kile buğdayımızın dört kilesi çuvallara koydurulup, ağızlarını mühürletip, damga vuruldu. 

Devlete ayrılan bu aşar çuvalları dokunulmazdı. İçinden bir denesini bile almak kul hakkının en büyüğü sayılırdı. Çünkü devlet beytülmaldi, onda tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardı. 

Hane reisine bu beş çuvalı kendi imkânlarıyla bir gün sonra hükümete teslim etmek üzere tutanak imzalatılırdı. Bir gün sonra sabah erkenden çuvallar iki eşeğe ya da varsa iki katıra yüklenir kırk km ötedeki Ermenek’te bulunan hükümete teslim edilirdi. 

O gece bizim goca Şevki sabaha kadar yatmazdı, yatsa da gözüne uyku girmezdi, çünkü sabahleyin ağır bir emaneti yüklenecekti. O gece harmandan kuş uçurtulmaz, çuvalların başında adeta nöbet tutulurdu. 

Kalan 36 kile evin ihtiyaçlarına çoğu zaman yetmezdi. Hele düğün yapanlara, harmana borçlananlara asla yetmezdi. Harmana borçlananların alacaklıları devlet gibi hemen harman yerinde biterdi. 

Kalan buğday yetersiz kalınca dağ armutlarını toplar kurutur un öğütürken buğdayın içine katardık. Bazen darı sümeklerini yani mısır kekeçlerini de döver öğütülecek buğdaya karıştırırdık. 

Buğdayları unluk, bulgurluk diye ayırır, kışlık yiyeceklerimizin hazırlanmasına geçerdik. Eylül ayı boyunca bulgur işiyle uğraşırdık. Gelinlerin ve kızların ellerinde bir bakmışsın kalbur, bir bakmışsın gözer bir bakmışsın elek olurdu damlarda. 

Değirmenden unlar gelince koca kış girmeden ekmekler atılırdı, birimiz ekmek atacağında bütün komşu kızlar, gelinler billenirdi. Saçların üzerine koca koca yufkaların biri atılır biri alınırdı. Üç beş küren kupkuru yufka titizlikle duracağı yere yerleştirilirdi. 

Yazarın Diğer Yazıları