Mükremin Kızılca

Akıl ve Din

Mükremin Kızılca

Allah’ımız tarafından insanların yaşaması için hazır hale getirilen dünyada her şey iç içedir. 

Bütün nimetler baştanbaşa serilmiş ancak onlara ulaşmanın bir bedeli ve hizmeti olduğu da bir gerçektir.

En değerli madenler en köhne yerlerde en basit elementlere karışmış olarak bulunur ama temizlenip işlenince en mükemmel ve pahalı mücevherlere dönüşürler. 

İnsanlarda bu mücevherlerin en alası olan akıl vardır bu akıl aynen o madenlere benzer; işletilmeyi, rafine edilmeyi ve yeteneklerini keşfedecek elemanları gözler dururlar.

İnsanın tek yaratılış gayesinin Allah’ı tanımak olduğunu biliyoruz. Dünyada onu tanıyan sonsuz âlemde ummadığı, kulakların duymadığı, gözlerin görmediği, hayallerin ulaşamadığı bir hayata kavuşacaklardır. Ama ahrette herkes pişman olacaktır bu pişmanlığın nedenini çok veciz bir hikâyeyle taçlandıralım;

Büyük İskender hayat suyunu bulmak için ordusuyla beraber yola çıkar. Ölümsüzlük suyunu bulunca insan fıtratının temel içgüdüsü olan sonsuz bir hayata kavuşacak olmanın heyecanıyla ülkeler aşarlar yollar beller geçerler. Uçsuz bucaksız bir çölde akşam olur ve burayı karanlıklar arasından geçmek zorundadırlar. Çölün tam ortasında İskender yerde küçük çakıllar fark eder ve onların elmas olduğunu anlayınca askerlerine ferman buyurarak; herkesin bu çakıllardan eteğini torbasını doldurmasını ister ve bunların elmas olduğunu da anlatır.

Erat bu konuda iki görüşe ayrılır. 

Birincisi; İskender her halde dönünce bir duvar inşa edecek ki bu taşları bize toplayıp taşıttıracak diyenler, ikincisi de; Eteğini ve torbasını çakıllarla dolduranlar.

Karanlıklar içindeki çölü atlayıp selamete çıktıklarında o çakılların gerçek elmas olduğu anlaşılır. 

Şimdi bu iki gurupta üzülmekte pişman olmakta hatta dövünmektedir. 

Toplamayanlar: eyvah biz ne yaptık? komutanı neden dinlemedik ve bu kadar büyük servetten mahrum kaldık diye hasret çeker.

Toplayanlar da; eyvah biz  ne yaptık? Neden fazla toplamadık, boş kapları neden tam doldurmadık diye hayıflanırlar.

İşte yüce peygamberimizin a.s. ifadesiyle ahrette herkes pişman olacaktır. İman etmeyenler peygamberleri neden dinlemediklerine yanacaklar ama faydası olmayacaktır.

İman edenler de oradaki cennetini temaşa etmeğe katmanları arasındaki farkı ve duyulmadık nimetleri görünce en üstlere onun da ötesinde her şeyi unutturan cemal-i ilahiye ulaşmak için neden daha fazla amel ve hayır işlemediklerine yanıp tutuşacaklardır.

En Akıllı Kim?

“Dini olmayanın aklı, aklı olmayanın da dini yoktur” deyimi en kestirme yoldan aklın dinimizdeki önemini anlatmaya yeter. 

Büyükler en fazla şu şekilde dua ederler “Allah’ım! Aklımı ve dinimi koru” zira ikisi birbirinden ayrılmaz bir bütün oluştururlar. 

Herkes kendisinin en akıllı olduğunu sanır, bu insani özelliklerin olmazsa olmazıdır. Ama Kendi aklıyla karar veren iyidir ancak başkalarına danışarak akıl almak daha iyidir. 

Bu bakımdan dinimiz meşveret ve şura yani danışmayı hayatın ve devletin bir kurumu haline getirmiştir. İnsanlar bazı yanlışları doğrulatmak için hinî fetvalar uydururlar.

 Mesela; akıllı olanı severim ama benden akıllısını asla, gibi ki tam şeytani bir yaklaşımdır. Akıl ve kendini beğenmek üzerine çok deyimler türemiştir, örneğin; akılları pazara dökmüşler herkes kendi aklını almış, gibi.

Şimdi dört akılsızın bir konuda vardıkları akıl yürütmelere bir bakalım: 

Dört geri zekâlı şehre girdiklerinde karşılarında dağ gibi bir minareyle karşılaşırlar. Hepsi bunun nasıl yapıldığı hakkında akıl yürütür.
Birincileri; eskiden ustaların boyu çok uzunmuş, eli minarenin tepesine kadar uzanabilirmiş ve inşa etmiş, der. 

İkincileri: Hayır senin aklın ermiyor, bunu periler yapmıştır, der.

Üçüncüleri: ikinizde delisiniz, ustalar önce yerde yaptılar sonra kuruyunca ayağa kaldırmışlardır demiş. 

Dördüncüleri noktayı koymuş, hepiniz zır delisiniz; siz hiç kurumuş kuyu gördünüz mü? 

Diye sormuş, gördük dediklerinde cevabı vermiş: işte bu kuru bir kuyudur alıp tersine oturtuvermişler, demiş ve diğer üç deliden bile aferin almış.

Akıl ne kadar çok olursa olsun, dinimizde birinci dayanak noktası değildir. o ancak ayet ve hadislerde olmayan konularda o ikisine aykırı olmayan öneriler ileri sürebilir.

Bu dengeyi tutturamayanlar İslam’ın doğru yolundan saparak filozoflarla daha yakın duranlardır. 

Bu dengeyi gayet iyi tutturanların en başında İmam-ı gazali, hazretleri gelmektedir. Bu zatın kitapları zararsız ve okunası eserlerdir.

Yazarın Diğer Yazıları