Mehmet Kanmaz

Yoğunluktan kainatı okumak

Mehmet Kanmaz

Risale-i Nur bize kainatı bir kitap gibi okumayı öğretiyor ve kulluğa dair bazı halleri de kainat kitabından okuyarak öğreniyoruz. Mesela bulutların sessiz ve sakince ama yüklü olarak beklemeleri. Sonra vazife başına arş denildiğinde anında emre imtisal ederek sularını bırakmaları bize vazifemiz olmayan yerde sessizce durup beklemeyi; vazifemiz olan yerde de çekinmeden harekete geçmeyi öğretmiyor mu? Arzımızdan milyon defa büyük acaib seyyarelerin semada birbirine çarpmadan suhuletle gezmeleri, kendilerine çizilen mihveri asla terk etmemeleri, zerre miktar yörüngelerinden sapmamaları Sırat-ı Müstakim’de nasıl yürümem gerektiğinin dersini vermiyor mu? Dağın başından koparak yuvarlanıp parçalanan taşlar Allah’ın haşyeti karşısında nasıl bir halde bulunmam gerektiğini anlatmıyor mu? Baharda toprak altına konulan bir çekirdeğin ağır yükler ve tazyikat altında sabırla beklemesi, bir şey anlatmıyor mu?
Belki her bir mevcut lisan-ı hal ile bize diyor :”bak işte böyle kulluk yapacaksın. Bunu böyle şunu da şöyle yapacaksın kulluk böyle olur.” Allah bize de gören göz versin, basiret versin ki bunları okuyabilelim.

Zerre dersinden sonra üstadı düşündüm. Üstad, zerrenin ubudiyetini yaşamış mı, zerre gibi bir kulluk yapmış mı diye. Hiç tereddütsüz “evet” dedim. Bana zerre bahsini ders verirken dünyanın çeşitli yerlerinde farklı farklı insanlara başka dersleri veriyor. Bir şey bir şeye mani olmuyor. Nuranî çünkü. Ayrıca zerre nasıl ki bir gülün vücuduna girince gül oluyor, bir kelebeğin vücuduna girince kelebek oluyor, insanın vücuduna girince insan oluyor. Üstadım da aynen öyle muktezay-ı hale mutabık davranmış, nereye girse oranın programına göre hareket etmiş. Kumandan da olmuş esir de; evlat da olmuş, bütün insanlığın babası da; geniş topluluklara hitap eden bir hatip de olmuş, evinin önündeki çınar ağacına da hitap etmiş.
Peki Üstad çok büyük bir seyyare gibi de olmuş mu? Evet olmuş. Yürüngesinden asla çıkmamış. Hedefinden asla şaşmamış, günümüz tabiriyle bir eksen kayması asla yaşamamış. Kendisini hedefinden alıkoyacak bir işe asla dönüp bakmamış.
Üstad toprak gibi olmuş mu? Evet toprak gibi de olmuş. Bizzat kendisi söylüyor “Said toprak gibi olmalı” diyor. Mutlak tevazuu kendine şiar edinmiş.
Kendisini göstermemiş ama üzerine düşen her tohumu yeşertmiş. İşte Zübeyirler, Tahiriler, Sungurlar, Bayramlar, Hulusiler, Sabriler, Fırıncılar, Said özdemirler,said gecegezenler, Ref’etler, Abdullahlar,A.kadirler ve niceleri birer meyvedar ağaç değiller mi? Aynı zamanda üstadları gibi mahviyet içindeler ve onlar da nice meyvedar ağaçlara menşe değiller mi?
Üstad su gibi olmuş mu? Evet, hayat arşı olan su gibi de olmuş. Ölmüş kalbler, ona muhatap olmakla diriltilmiş, Allah’ın ihyası ile hayat bulmuş. Su gibi latif olmuş üstad.
Hem nüfuz etmiş hem de incitmemiş, nüfuz ettiği yerin sınırlarına riayet etmiş. Tıpkı bardağa veya sürahiye konulan su gibi. Kimseden sınırlarının ötesinde bir şey beklememiş. Takatinin fevkinde bir hizmet beklememiş. Her kaba girmiş ama kabı kırmamış, herkesin kabına göre davranmış.
Üstadın meziyetleri ile iftihar edip bir kenarda oturmak rahat iştir. İşte benim üstadım böyle kainat vüsatindedir. ‘Ben kimin talebesiyim ya’ deyip rutin bir hayat yaşamak. Dersler haricindeki vaktini aynı ehli dünya gibi geçirmek. Okurum, derslere gider gelirim, şahsı maneviye dahilim nasıl olsa, Oysa üstad bir sene Nurları anlayarak okuyan zamanın mühim bir alimi olur diyor. Anlama çabası olmadan gazete gibi oku demiyor üstad. İster iki alem kadar ve bunun zımnında on sekiz bin alem kadar genişle, ister serçe kuşunun hizmetçisi gibi yaşa’ diyor adeta.
Evet; demek Bediüzzaman Hz.leri; zerre olmuş, yıldız olmuş, hava olmuş, su olmuş, toprak olmuş, çekirdek olmuş; kainatta ne varsa olmuş. Allah ondan razı olsun. Ondan bize düşen bir vefa borcunun ifasıdır. Allah kıymet bilip şükredenlerden, bildiği ile amel eden ihlaslı kullarından eylesin inşallah, Acz, fakr, şefkat, tefekkür tarikinde yürütsün, büyütsün inşallah…..
MEHMET KANMAZ

 

Yazarın Diğer Yazıları