Mehmet Kanmaz

Suriye Siyasetimiz….

Mehmet Kanmaz

Türkiye ve Suriye, şehrin iki yakası gibi kardeş iki ülke. Ortak inancın ve tarihin birbiriyle yoğurduğu coğrafyanın vicdani hukukunu temsil eden iki temsil ülkesi.
İslam tarihinin kaydettiği derinlikte saklı Şam ve çevresi, ‘ahirzaman’a bile ışık tutacak hadislerle ifade edilmiş bir şehir. Şehir olmanın dışında bölgeyi tanımlayan bir işaret taşı.
Suriye, Türkiye’nin Arap dünyasına açıldığı bir kapı aynı zamanda. 400 yıl Osmanlı himayesinde ortak idare ve iradenin pekiştiği beraberliğin kimyası, hala tazeliğini koruyor.
Son yüz yılda ne olduysa oldu. Dünyayı saran bir “taun felaketi”, yeryüzünü fesada veren “ifsat komiteleri” bir gömleğin iki yakasını birbirinden ayırıp, gömleğin sardığı boyu bile ikiye ayırırcasına zulüm ve vahşetle dolu bir deccal engisizyonunu bu topraklarda, özellikle İslam coğrafyasında bütün kavimlere/milletlere yaşattılar.
İslam dünyası hala yaralı, hala sürgünde bir toplum gibi, ”öz yurdunda parya”. İslam ülkelerinin çoğunluğu 20.yılın başlarında müstemleke idi. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren kademeli olarak batının vahşetini şemsiye idarelerle yürüten kukla yönetimler/rejimler/diktatörler icat ettiler.
Yirmibirinci yüzyılın başlangıcı olan bu senelerde artık bu demode yönetimler, adı İslam veya başka şey, ne olursa olsun insan ahlak ve hürriyetini inşa edecek sistemlerden, İslam’ın adaletini ve tefekkürünü temsil etmekten çok uzaktırlar.
Hepsi birer kabile düzeni, aile krallıkları veya birer zulüm abidesi gibi kaynakları tüketen, halklarına rahat yüzü vermeyen ve zoru/silahı/devlet çetelerini şahsi/ailevi istikballeri için kullanan birer diktatör.
Bizdeki Kemalizm’in daha kavmi pozisyonları hakim, inanç farkıyla yöntemler aynı.
Her ülkeye bir kılıf, her kılıfa bir aktör, her aktöre bir görev listesi tasarlanmış.
Şimdi İslam dünyası bu “madrabaz” rejimlerin sarsıldığı bir döneme girdi. Dikta sistemler, batının vahşi cephesinden aldığı desteği de artık kaybediyor. Çünkü halklar ve kamuoyu çok keskin dönüşleri tetikleyecek kadar burnundan soluyor. Sessizliği, sivil inisiyatif olmaması, muhalefetsizliğe rağmen, İslam ülkelerinde diktatörler, birer benzin fıçısı olan toplumlarının her an ateş çakmasından oldukça tedirginler.
Bu kargaşa hali, bu titrek gelişmeler ve çoğu iç çatışmaya dönecek ve ülkeleri sefalete sürükleyecek trajik sonuçlara rağmen, bir doğumun ağır sancıları ve geciken doğumun ağır bunalımı var.
Tam bu esnada, Irak, Libya, Mısır, Tunus ve kangren olmuş Filistin kendi önünü açmaya çalışırken, diğer İslam ülkelerinde, özellikle Arap dünyasında kalkışmanın ayak sesleri Suriye’de yankı buldu ve bulmaya devam ediyor,
yaklaşık,17 milyonluk ülkenin,%40’muhacir durumuna düştü,ve sadece ülkemizde 2 milyona yakın Suriyeli bulunmaktadır.
Türkiye ile 850 km komşu sınırı olan, İngiliz cetvelinin çizdiği sınırla ailelerin bölündüğü ve kardeşlerden her birinin bir tarafa düştüğü ve bir ömür boyu kesintili olan diyalogların yeni yeni kurulduğu Suriye ile iç içeyiz.
Son dört yıldır bizi üzen komşuluktan,en sonunda bize zarar verecek,güvenliğimizi riske eden bir sürece girdik Suriye ile.
Esed rejimi, 40 yıllık istibdat ve zulümlerinin sonuna geldi. Açmazlarında boğulmak üzereler. Ayrıca Suriye’nin Ergenekonu da işbaşında. Ezilmiş halkların özgürlük terennümleri kendini hissettirdikçe, rejimin zalim eli ağır silahlarla bombalarla halkını katletmeye devam ediyor.
Bir sağduyu lazım bu ülkeye. Mevcut rejim bundan uzak. Halk ise demokrasiyi isteyecek alt yapıya sahip değil. Sivil örgütlenme yok denecek kadar az, Muhalefet yapılanmasının demokratik zemini henüz oluşmamış,ilk başta etkili olduğumuz muhalefet,parça parça….
Bu yetmezmiş gibi IŞİD terör örgütü belası devreye konularak müslümanı müslümana çatıştırmanın en ağır fitne oyunu sahneye koydular,suriye ve ıraktaki kan gölü dahada artarak ateş çemberi bizede dayanmaya başladı.
Buna rağmen;Türkiye-Suriye yakınlaşmasının dosta düşmana ağır gelen o sıcaklığı, iki ülke halklarının hukukunu koruma adına itina gösterme sorumluluğu yine bize düşüyor.
Türkiye, zalimin zulmünü def edecek “soft power” psikolojisi kullanmalı. Diplomasi zekası, yumuşak güç ve sıfır problem yaklaşımın mimarı;Başbakanımız Ahmet Davutoğlu ve ekibi, daha müdrik bir irade ortaya koyarak Suriye’ile , sıkıntıları izale etmenin yollarını bulmalıdır….
İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) devreye girmeli, arab birliği,daha aktif rol almalı. Suriye’deki taraflar bir masa etrafına toplanabilmeli. İslam dünyasının iç meseleleri, kendi demokratik süreçleri içinde ele alınmalıdır…
Dikkat etmemiz gereken; batının rüzgarıyla esen Suriye karşıtlığı,Savaş tam tamları ile yapılan kışkırtma ve provakasyonlar,bizim soğukkanlı siyasetimizi etkilememeli……
Kardeş İslam ülkeleri ile ilişkilerimizde şahin politikalar kimsenin faydasına değil; Üstelik öyle bir gücümüz de yok. Sadece tarihin ve millet hafızasının İslam’la yoğrulmuş mirası var elimizde.
Hala kendi derin devleti ile boğuşan bir Türkiye, çok dikkatli bir şekilde zamanı kullanmalı. Mısırlıların diplomasi diliyle “Buğday çuvalını patlatmadan” taşıma siyasetini başarmalıdır.
KONYA’da Suriyeli sığınmacılarla ilgili arkadaşlarla bir çalışma yaparken(Bu çalışma Konya’da artık risk meydana getirmeye başlayan suriye meselesinde KRAL’ın çıplak olduğunu ilgili kesimlere gösterme gayretidir..)Şam’dan bir telefon aldım. Aslen Suriyeli, uzun yıllar Türkiye’de kalmış, Arap ülkelerinden bir medya ve STK. temsilcisi ile görüştüm.bizim KONYA’da yaptığımız çalışma bir şekilde kulağına gitmiş ve bilgi sahibi olmuş. Haliyle Suriye ile ilgili intibalarını sordum; Özetle dediği şu:
-Türkiye, kendisine dayatılan Suriye ile çatışmadan problemi çözmeye yardımcı olmalı.
-Bu katı rejim, baskı karşısında kendi ekseni (Lübnan-İran-Rusya) içinde direniyor….
-Medya, ve suriyenin kendi “derin devleti”halkların hassasiyetlerini ve son aylarda artan provokasyonları karıştırıyor. Son dönemde yüzlerce asker öldürüldü. Ortam çok gergin.
-Batının rüzgarına kapılmadan, büyüklüğünü göstermeli Türkiye.
**Türkiye; arab baharı denilen tuzağa düşmeden tedavi yöntemlerini doğru seçmeli.
Telefondaki uzun dostane paylaşım içinde bende dedim ki, “Hassasiyet ve hamaset içinde siyaset yapanlar, Bediüzzaman’ın istediği muhakemeyi unuturlarsa ve 1910 yılında yani bundan bir asır önce ŞAM EMEVİYE camiin’de irad ettiği arab aleminin içinde bulunduğu durumu ve istikbalde karşılaşacağı akibetin emarelerini gösterdiği “HUTBE-İ ŞAMİYE”adlı eseri merak edip hala okumazsa, bu gayret ve çalışmayı görmek istemezlerse, o zaman İslam coğrafyası ve bizdeki siyasetin eksiği çıkar ortaya.”
EY SİYASET EHLİ VE EY HAMİYET EHLİ; İslam dünyası, akil zeminini arıyor…..BU zemine daha çok zaman ayırmamız gerekmiyor mu….inanın bu zemini bizden başka sağlam tutacak kimse yok… MEHMET KANMAZ (Mazlumun ahı) 

Yazarın Diğer Yazıları