
Nerde şimdi çınarlarımız….
Mehmet Kanmaz
Erkenden kalkar, abdestlerini alıp, seccadelerinin yönünden bakarlardı dünyaya. On parmağı ile tesbihi tutarlardı hep. Böyleydi daha düne kadar. Evlerimizde baş tacıydılar. Odalarda ışıklar erkenden yanardı. En erken onlar uyanırdı evlerde. Çok konuşmazlardı. Lüzum oldukça ve bilgece derlerdi, diyeceklerini.
Kolay değildi onlar için evden çıkıp sokaktaki kalabalıklara karışmak. Sokağın, çarşı pazarın tekin olmadığını bilirlerdi. Besmelesiz, âyet-el kürsisiz düşmezlerdi yollara. Duâları kuşanmadan çıkmazlardı asla. Ve yolların hakkını verirlerdi. İnsanları selâmlamadan geçmezlerdi. Birçoğunun sırtında hafif bir kambur vardır. Dik yürümekten çekinirlerdi. Gözlerini haramdan korumak için ayakuçlarına bakarlardı, buna özen gösterirlerdi. Başları hep hafif öndeydi. Nereye giderlerse gitsinler, hangi
topluluğa girerlerse girsinler, onları seven ve davet eden çıkardı hep.
Akşamları eve erken dönerlerdi. Elleri hiç boş olmazdı. Kendi nefislerine sıkı ama ev halkına karşı cömert insanlardı. Hayrın da israf olmadığını iyi bilirlerdi. “Az veren candan, çok veren maldan” derlerdi.
Şimdi ne oldu bu insanlara? Nerdeler? Beyaz bulutlar gibi çekilip gittiler mi, yoksa mavi göklerdeler mi? Selâmın en hasını, merhabanın en içtenini dolu dolu söyleyen ağızlar, onlarınkiydi. Çalışmak için çalışmaz, yürümek için yürümez, yaşamak için yaşamazdı onlar. Çalışmayı, yürümeyi, konuşmayı, yaşamayı ibadet bilirlerdi. Bir günlerini bile anlatmak için bir hafta bile yetmez onların.
Ufaktım, hatırlarım, bu saygıdeğer ihtiyarları,sarı ali dedemi,yahya Süleyman amcayı,kumarlı Süleyman dayıyı,sarı Ahmet dedeyi, serçe hasan dedeyi,çakal Ahmet amcayı,adullah kaa amcayı,reşit cömert dayıyı,şıh Abdullah amcayı,medine halil dedeyi,deli hüseyin amcayı,Mehmet yiğen dayıyı,Mehmet ateş dayıyı,kaval Mehmet amcayı,havuz mustafa hocamı,veli kılıç dedeyi,kara fakı dayımı, gebenli veli amcayı,iğneci hacı abiyi,bakkal dükkânımıza teşrif ettiklerin de,müşteri gibi görmezdik,rahmetli babam saygıda kusur etmez elinden geleni ve isteklerini onları yormadan yerine getirirdi El bilmez, yabancı bilmezdik onları. Dedemdi,amcamdı,dayımdı, Hâlâ hatırladığımda onları, gözlerim buğulanır,rahmetli babamdan farklı değildir gönlümdeki yerleri.
Duâlıydı hep dilleri. Üzerimizde bir zırh gibi, sıcak bir iklim gibi, hâlâ dolaşır durur duâları, hissediyorum. Güneşin doğuşuyla güne başlamak, sonra akşam olunca eve dönmek değildi onların işleri. Böyle yaşamak, herkesin işi. Onlarınki, hayatı kul gibi incelikli yaşamaktı. Fikirli, zikirli, şükürlü. Bir baktılar mı, içiverirlerdi gözlerinin siyahlarıyla. Allah için ne varsa, bir nefes gibi çekerlerdi içine baktıkları her güzel şeyi. Fikirleri, zikirleriydi. Zikirleri, şükürleriydi. Kahramanımızdı bizim o ihtiyarlar, kahramanımız.
Ey mübarek ihtiyarlar! Girdikleri mekânı ısıtan insanlar… Gölgelerinden bile sessizdi attığı adımlar. Bir değişim geçiriyor şimdi dünyamız. Nereye gitti bu mübarek insanlar, nereye? Şimdi ne oldu bu insanlara?Yaşadılar, bitti ve gittiler mi? Hepsi bu kadar mı? Yazık, çok yazık. Bırakın ağacı, koparılan bir dala bile ağlardı onlar.Düşen çocukların yaralarını en evvel onlar sarardı. Yağmur gibi insanlardı onlar. Rahmet, onlarla beraber inerdi ve ardından güneş… Geceye, gündüze doğan güneşti onlar evlerimizde. Güneşe karşı güneştiler.
Bırakın konuşmayı, bir bakışları yeterdi bazen her şeyi anlatmaya. Farkında mısınız? Yalnızız artık. Yapayalnız… Kuşatırlardı etrafımızı şefkat dolu, rahmet dolu tavırlarıyla bir orman gibi. Ormanlardaki ağaçlar, ağaçlardaki cıvıl cıvıl sesler gibi…
Onlar, bizim için yaşarlardı.
Belli olmaz bir de bakmışsınız, çıkıp gelivermişler bir sabah uyandığımızda, yine aramızda olurlar belki. Ya da biz gözümüzü açıvermişiz onların diyarında… Her şey mümkün. Kim bilir? Kim bilebilir Allah’tan başka? Gittiği yerden dönen mi var diyeceksiniz ama bizim ki yine bir ümit işte. Gerçekleşmeyeceğini bilsek de bekleyeceğiz onları.
Can eriğimizdi bizim onlar, can eriğimiz. Sevgili dedelerimiz abdullah dedem,Mehmet efendi dedem, ninelerimiz;hüsne hacı babaannem,hüsnece anneannem… Bir karışlık köşelerinde âhiret yolculuğu için kefen paraları saklardılar..
Konuştular mı, Allah namına konuşurlardı. Ağızlarından ilk çıkan söz, duâlı bir söz olurdu. Ve sonra kesintisiz bir deniz gibi… Söyledikleri bizim sahillerimize de vururdu. Kendimize gelirdik, biz olurduk. Gül kokar, güneş olurduk. Boşluk yok, karanlık yok, ölüm yok olurdu. Onları dinlemek, ibadet olurdu. Şimdi birçok insan kendi acılarına bile katlanamazken, onlar hele habba annemciğim; değil bir ailenin, mahâllenin bile acılarına derman olurdu,dışardan gelen misafirleri ilk önce anneciğim misafir ederdi…süt annem hürü anam,iyilik timsali nur simalı hoş görüde zirveydi,halen hayatta olan rabbim hayırlı ömür versin miyase annem,iyilik ve yardımda,hele kimseyi kırmayan hoş sözleri bizlere hep örnek oldu,ve olmaya devam ediyor,Biz en iyisine ulaşalım, biz en güzeline kavuşalım diye geride duran duâ çınarlarıydı onlar.
Er ya da geç, ansızın gideceklerini bilirlerdi. Hazırlıklıydılar. Onun için kolları hep açıktı. O kollara sığacak kaç gönül, kaç insan vardı… Şimdi bir yanımız üşüyorsa, şarkılar, sözler içimizi ısıtmıyorsa, bu duâlı ağızların yokluğundandır. Nereye gitti bu insanlar?
Ey imanlı ihtiyarlar, dedeler, nineler, babaanneler, anneanneler,anneler, babalar, nerdesiniz? Nerelerdesiniz? Özledik! Kalbimizin kapısı açık. Size bütün kapılar açık. Kıymetinizi bilemedik. Gittiğiniz yerden duâlar gönderiniz. Unutmayınız bizleri. Ey mübarek çınarlar…
Soğuk evlerde niye üşümezdik, şimdi anlar olduk. Siz sadece evleri değil, sokakları, şehirleri bile ısıtıyordunuz. Peşiniz sıra rahmeti götürüyordunuz. Ya gelin yine dünyamıza, ya da bizi de alın yanınıza…..