
Ne kadar yoğunuz
Mehmet Kanmaz
Hayatımızın akıp giden günlük meşguliyetleri ve telaşları, rutinleşmemize sebep olabilir. Pekişen tekrarlar, mekanik bir hal aldığında, gelişmenin yeni kapılarını görmemizi engelleyebilir.
Çoğu zaman “Koşturma” dediğimiz şey, “Bir koşturmadır gidiyor” diye mazeret üretip gizli sitemimize sığındığımız durumlar bile, koşuşturmanın mahiyeti hakkında yeterince bilgi vermiyor.Acaba koşturuyor muyuz, koşuşturuyor muyuz, yoksa koşuyor muyuz?
O zaman bazı sorular sormak gerekir:
Nereye, ne için, ne kadar, kiminle, nasıl, hedef belli mi, tereddütler var mı? v.s.
Yoksa koşar gibi yapıp koşturuyor muyuz?
Ya da koşuşturmanın pasif öznesi miyiz? Yani sürükleniyor muyuz? Akışkan bir sürecin değişken elemanı mıyız?
Koşarken, kendi etrafımızda bir daire oluşturup sürekli dönüyor muyuz? Her defasında dönüp aynı noktaya mı geliyoruz?
Veyahut koşarken, uzayan mesafe içinde A noktasından B noktasına giden bir doğrultuda yönümüz doğru mu?
Ya da aynı doğrultuda ama zıt yönlerde hareket eden iki farklı tavrın birbirini nötr hale getiren enerji kaybında mıyız?
Bazen koşmak doğru iken bazen de yürümek, hatta mola vermek, durmak, incelemek dahil yön ve yol tayinini kolaylaştıran gözlem ve uyarılarla ilerlemek, acaba yönün ve koşturmanın seyrini nasıl etkiler?
Bir husus daha, yürümekle koşmayı farklı kılan nedir?
Hangisine hangi şartlarda daha çok ihtiyaç duyarız?
Koşmak acelecilik ve hız ihtiyacından mıdır?
Hayat koşusu böyle bir şey mi?
Rahat bir şekilde enerjimiz ile paralel koşmak bir koşma mıdır yoksa koşturma mıdır?
Bir de koşu bantları icat oldu.
Koşarken aynı yerde hareketlenip enerji tükettiğimiz bir hal var ki, günümüzün zaman ve nefes tüketen bir çok konusunun aslında koşu bandı gibi bizi tükettiğini çok sonradan fark ediyoruz.
Durmak ya da koşmak, yürümek ya da hızlanmak, farklı zamanların farklı sonuçlara götüren tarzlarıdır.
Her biri kendi içinde fıtri bir şekilde tutarlılığını oluşturabiliyorsa mesele yok.
Ama koşmakla çalım, durmakla yeknesaklık, yürümekle oyalanmak birbirine karışıyorsa, bir şeyler tekrar tanımlanmalı.
İnşirahın koştuğu ruh menziline yaklaşmak, yoldaki hız tercihini makul gösterebilir. Sükunetle hız, güvenle yolculuk ve menzil-i maksuda götüren tempo, her daim huzurun parçası olabilir.
Şimdi koşuşturmadan çıkıp koşmanın vakti.
Şimdi, ”Ben çok bağırıyorum…” diyen Üstadın mesajını ulaştırma ve muhatabın bunu duyma zafiyetine dikkat çeken bir hassasiyetle söylediği gibi, “Ben çok koşuyorum…” diyebilirsiniz. Maksadın tanzim ettiği hususiyet, kendi içinde tutarlılık gösterirse, kıyasın da kendi türünden olmasını gerektirir.
Mevzu koşmaksa, yürümek bunun alternatifi değildir. Her birinin kendi rüçhaniyeti ve tercih şartları vardır.
Gecikmiş yolcuların ve kervanı kaçırma eşiğinde olan yolcuların mola hakkı bitmiştir. Yetişme endişesi içinde sorumluluğunu telafi ve istenen hıza ulaşma zorunluluğu vardır.
Çünkü harikalar asrındayız. Her an her şey mümkün ve “eski hal muhal” ve “hareket-i meşruasında şahane serbest olma” rahatlığı ve konforu ile iradi tercihlerimizin yoluna düşebilir, koşabilir, hızlanabilir, dahası dur durak demeden dere tepe gidebiliriz.
Bu bir ruh halidir. Bazen semtimize, idrakimize misafir olabilir. Bizi bizden alabilir.
Rutinlerimizin gadrine uğrarsa, mahallenin baskısına maruz kalırsa, statükonun konservatif tutumuna yakalanırsa, aşması gereken bir yol engeli var demektir.
Hayat, böyle bir şeydir. Metanetin emniyetinde, fikir ve hayal sermayemizin hızında, hayatın gerçeği içinde takatimizin performansını test edercesine koşabiliriz… ***Peki sizler bu yoğunluk içinde nereye,kime ve ne maksatla koşuyorsunuz…..?