Mehmet Kanmaz

Mirac-kürtaj ve algılarımız…

Mehmet Kanmaz

Yazının başlığının gayet garip durduğunun farkındayım. Fakat eğer becerebilirsem birkaç meseleden ve metinden hareketle Risale-i Nur’un mesleğindeki bir nüans üzerine azıcık sarf-ı kelam edeceğim. Hem de dağınık bıraktığım her cümleyi yazının en nihayetinde toplayıp bast edeceğim. Hem başlığın da hakkını vereceğim. Tevfik Allah’tan ve hamd her vakit Allah’a...
Mirac Risalesi’ni bilirsiniz,Miracın hikmetlerini ve hakikatlerini açıklar. Fakat bu risaleye başlarken Bediüzzaman ilginç bulacağımız bir ihtar yapar ve der ki; “Mirac meselesi, erkân-ı imaniyenin usulünden sonra terettüp eden bir neticedir. Ve erkân-ı imaniyenin nurlarından medet alan bir nurdur. Erkân-ı imaniyeyi kabul etmeyen dinsiz mülhidlere karşı, elbette bizzat ispat edilmez. (...) evvelâ o erkânı ispat etmek lâzım geliyor.”
Yani burada (benim anladığım kadarıyla) bize nasihat verilen Mirac özelinde şudur: Bir meseleyi savunduğunuzda önce muhatabın dünyasına dikkat edin. Eğer onun beyninde yaslanacak kabuller bulamazsanız, iddianızın kabul edilebilir olması mümkün değildir. Ve bizzat bu yüzden (müellifin kendi ifadesiyle) Mirac Risalesi’nin muhatabı bir mülhid değil, vesveseli bir mümindir.
Ben, bugünlerde kamuoyunda çok tartışılan “kürtaj” konusunda da böyle bir hiyerarşik yapının takip edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta kürtaj konusunun bu kadar tartışılmasının en büyük müsebbibinin de (tıpkı Mirac Risalesi’nde öğütlendiği gibi) ispattaki hiyerarşik algının gözetilememesinden kaynaklandığını tahmin ediyorum. Zira burada da kürtaj, özgürlüğü birbirinden farklı anlayan iki kesim tarafından çok farklı zeminler üzerinden tartışılıyor. Ve hiçbirinin ürettiği enformasyon, diğerinin kalbine tesir etmiyor. Halbuki karşılıklı zihinlerde yaslanacak noktalar ayarlansa, önce meselenin özüne; yani hürriyet ve sahiplik algımızın kökenlerine inilse bu sorunlar da kalmayacak. Çözüm de pek çabuk olacak. Ama meseleye başından değil, ayağından saldırılıyor.
Bir kere kürtajın yasaklanmasını kalben destekleyen benim gibi insanların kabul etmesi gereken birşey var: Bizim bu kalben desteğimizin muhatabı ancak özgürlüğü ve sahipliği bizim gibi algılayan insanlardır. Yani bedeninin ve kendisinin Allah’ın olduğuna inanan ve hürriyeti Bediüzzaman’ın Münazarat’ta tarif ettiği gibi “şeriatla mukayyed” ve “ne nefsine, ne gayrıya zarar dokundurmayan” şeklinde düşünenlere hitap eder.
Ancak bedenini ve hayatını kendi malı olarak bilen ve yine aynı eserin biraz evvelinde yer alan sualde geçtiği gibi hürriyeti; “insan her ne sefahet ve rezalet işlerse, başkasına zarar vermemek şartıyla birşey denilmez” şeklinde düşünenlere tesirimiz sıfırdır. Onlarla önce hürriyetin ve sahipliğin doğru tanımı üzerine konuşmak lazımdır.
Ki Kur’an dahi pek musırrane bir şekilde (6. Söz’de Bediüzzaman’ın da tefsir ettiği) “Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek suretiyle satın almıştır!” ayetiyle bu sahiplik algısını kökünden keser atar. Pekçok ayetinde daha bunu vurgular. Malik-i Hakiki’nin kendi olduğunu ilan ile bundan sonra oluşturulacak bütün yargı inşalarının bu algı üzerine temellendirilmesini ister. Bir mümin böyle düşünmelidir. Böyle düşünmezse üzerine şeriat binasını dikilmez, dikilemez. Sürekli “Acaba?”lar ile savrulup durur.
Devr-i Cahiliye’de kadınların ve çocukların dahi babalarının malı sanıldığı ve miras kaldığı bir dönemden kişinin kendi istemedikçe feda edilemediği bir Saadet döneme geçiş işte böyle yaşanmıştır. Kur’an önce temellerle oynamış ve algı bozukluklarını insanın fıtrat-ı aslisine göre ayarlamıştır.
Şimdi, buraya kadar söylediklerimizden hareketle diyorum ki: Kürtaj meselesinde önce konuşulması gereken işte bu özgürlük ve sahiplik algısıdır. Bunun ilmî ve felsefî bir zeminde tartışması yapılmadan ve muhatap bu noktada ikna olmadan üzerine bunun dinî savunmasını inşa etmek mümkün değildir. Böylesi durumlarda “medenilere galebe ikna iledir” düsturu unutulmadan tüm ikna zeminleri ve dilleri üretildikten sonra adımlar atılmalıdır.
ELHASIL;bu mübarek gecenin gündüzünde yazmaya çalıştığım yazımın özeti;Zorlama kanunlarla iknanın mümkün olmadığı zamanlardayız ve zaman geçmeden toplumun hemen her kesimi üzerine düşen bu hassas konuya zaman ayırmalıdır zira gözümüzün önünde gençliğin hayatı kararıyor ve aileler parçalanıyor…..
 

Yazarın Diğer Yazıları