Mehmet Kanmaz

Milletin barışımı?yoksa'efendilerin barışı'mı..

Mehmet Kanmaz

"Ey Türkler ve Kürtler! İnsaf ediniz. Bir râfızî bir hadise yanlış mânâ verse veya yanlış amel etse, acaba hadisi inkâr etmek mi lâzımdır, yoksa o râfızîyi tahtie edip nâmûs-u hadisi muhafaza etmek mi lâzımdır? Belki hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve tedipten başka, hiç kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şâhâne serbest olsun." Münazarat'tan...

Yüzyıllık parantez kapanıyor, Barış süreci işlemeye devam ediyor, Bazı çatlak seslere ve istenmeyen olaylara rağmen, her iki halk da (hatta Türkiye'nin bütün halkları da) beraber yaşayabilme umudundan vazgeçmiş değil, sürecin arkasında duruyor. Zaten sürecin arkasında böylesine güçlü bir kamuoyu desteği olmasaydı, ezberbozan adımlarını bu kadar cüretle atabilmesi mümkün değildi.

Elbette, her iki taraf açısından da, daha alınması gereken çok yol, bozulması gereken çok ezber, yapılması gereken çok şey var. Fakat hepsinin ötesinde ve hepsine bedel: Artık umut var! Birşeylerin değişeceğine dair bir umut.
Yeni Türkiye'ye dair bir umut. "Yapılamaz!" sanılan şeylerin yapılabildiği bir dünya açılıyor yeni yeni önümüzde. Öğrenilmiş acizlikleri aşmak, fiziksel engelleri kaldırmaktan daha zordur. Psikolojik eşikler, fizyolojik eşiklerden daha yüksektir bazen.
Türkiye'nin yüzyılı bu eşikleri aşılmaz ve 'aşılması teklif dahi edilemez' duvarlar sanarak geçti. Şimdi,cesaret ederse, üzerlerinden sıçrayabildiğini görüyor. Yeni yürümeye başlayan bir çocuk gibi, biraz temkinli, ağır ağır gidiyor bu yüzden. Ama yürüdükçe ve yürümeye cesareti arttıkça kuvvetlenecek/hızlanacak adımları.
Emeklemesi yürümek, yürümesi koşmak olacak. Küresel aktörlerin bu süreçten rahatsız olması da ençok bundan.Çünkü aslanı kamçının değil, korkunun terbiye ettiğini biliyorlar.

Peki, barış süreci nedir? Bir empati midir? Hayır. Bence barış süreci empatiden öte birşeydir. Yüzyıllık Parantez kitabında Etyen Mahçupyan'ın da dikkatleri çektiği gibi; empati, karşındakinin ne istediğini sormak değil, karşındakinin ne istediğini tahmin etmeye çalışmaktır. Ve en nihayetinde hiçbir empati, karşındakinin ne istediği sormak kadar güçlü/kesin sonuçlar veremez. Sen kendini bir başkasının yerine koyduğunda ne kadar bir başkası olabilirsin? Bir Türk, kendisini bir Kürdün, bir Ermeninin, bir Lazın, bir Çerkezin yerine koyduğunda ne kadar başarabilir bunu?

İşte barış süreci bunun 'yerine koymakla' olmayacağını çözen aklın, yerine karar vermeyi bırakıp, "Sen ne istiyorsun?" diye sormaya başlamasıdır. Barışı, böyle bir barıştır. Yoksa Şükrü Nişancı'nın Sivil İtaatsizlik kitabında dikkatleri çektiği gibi; Hitler de barış yanlısıdır, Stalin de. Fakat onların istediği 'efendilerin barışıdır.' Yani mesela; Hitler (belki) dünyanın üçte birisi ona verilse, beşte birisini de katletse barışmaya razıdır. Ancak bu barışın halkların barışı olduğu söylenebilir mi? İnsaflı denilebilir mi?

İşte Yeni Türkiye, cesaretle, konuşulmaz sanılan bir kesime ne istediğini sormuş ve aldığı cevapların yerine getirilmesini sağlayacak adımlar da atmaya başlamıştır. Tekrar altını çizmek istiyorum: Bu bir empati değildir. Bu, inşaallah, sahici barıştır.

Türkler, Kürtleri sevmiyor mu? Hayır, kesinlikle öyle değil. Onları yanında istemiyor mu? İstisnalar olabilmekle birlikte kesinlikle genelin düşüncesi bu değil. Peki nedir o zaman bizi bu kadar zamandır birbirimize kırdıran?
Biz, muhatabımızın kalbini empatiyle anlamaya çalışıyoruz; neyi, neden, ne şekilde istediğini gidip sormuyoruz. "Bu kadar versek, çok bile, yeter!" geliyor bize. Kürt haklarından bahsettiğiniz zaman sanki marstan gelmişsiniz gibi hayretle size bakan yüzlerde bu soru var aslında: "Bu kadar güzel şartlarda yaşamak, yetinmek varken neden hâlâ bu kavgayı sürdürüyorsunuz?"
İşte barış süreci bu soru cümlesinin yerini şunun almasıdır: "Senin kalbini nasıl kazanabilirim? Ne şekilde yaşarsan mutlu olursun?" Çünkü dünya üzerinde 'ne mutlu Türküm' deyince mutlu olmayan insanlar da var…..bu sözler üzerine varmı bir sözünüz..

MEHMET KANMAZ
 

Yazarın Diğer Yazıları