
Kucaklayıcı olmak..!
Mehmet Kanmaz
Bizden olan ve olmayan keskinliği kırıldı mı?tabi ki hayır ve hayat devam ettiği müddetce’de ne kırılma biter nede”her şeyi ben bili rim”egosu biter,bu manada farklı görev alanı içinde ter dökenler de zaman zaman bir tercih içine girip,gruplaşmalara dahil olma durumu ile karşı karşıya kalmaktadırlar…aslında Her tercih aynı zamanda karşı duruş değil midir; karşı düşünceyi, karşı duyguyu, karşı anlayışı, karşı siyaseti reddetme tercihi gibi. Hem öyle hem Böyle olmak mümkün mü?
Aynı düşüncenin renk zenginliği; evet, hayır tercihlerini göreceli kılar. Bu görecelik üzerinden sahici çarpışma yapmak; tamiri zor yıkımlara, telafisi zor kırılmalara, ıslahı zor karmaşalara sebebiyet verebilir.(bir bakarsın senelerce aynı dava için ter döktüğünüz bazı arkadaşlarınızı başka bir zihniyetin kayığına bindirebilirsiniz…)
Ne için ve kime rağmen;dışlama ve ötekileştirme tavrına girmeden evvel; evet,hadiseleri iyi tahkik etmeli, sağlam mihenkle tartmalı değil midir? Hangi arkadaşımıza”evet” hangi arkadaşımıza”hayır” diyeceğiz… hayatın kritik anlarında da “evet” ve “hayır” kılıcını kullanıyoruz.
Bütün putlara hayır, sadece Allah’a evet. Bu kılıçla ipi kesmeden tevhid bayrağı ilan edilir mi? Hayat; bu tercihinde samimi olma sınavı değil midir? Musibetler, hastalıklar, sıkıntılar, fakirlik; genişlik, bolluk, sevinç,Hüzün… İmtihanın iki farklı boyutu, tahterevallinin yükseliş ve alçalışları gibi; bazen sabır, bazen şükür.
Evet, ne büyük bahtiyarlık, ne büyük saadet; sabrın ve şükrün kanatlarında ubudiyet burcuna uçmak; hayatı bu pencereden seyretmek, hakikati bulmak, hayra erişmek, hayrı haliyle teşhir etmek…
Bu ülkede yaşadığımız müddetçe;bizi hep tercihlerle baş başa bırakacaklar,bazen sokakta, bazen evde, bazen işyerinde; farklı zamanlarda, farklı mekânlarda doğru ve yanlış tercihleri kullanıp duracağız. Ömür bitip esas olan mekan kapısı açıldığında; gerçek kazanımı ve kaybedişi o zaman göreceğiz.
Dünya dönen bir kapı; bir gece, bir gündüz.doğruluğun beyazına büründüğü gibi yanlışlığın karasına da bürünüyor; tevhid güneşi ise sönmeyen ve değişmeyen bir güneş.
Ayağımıza diken battığında, başımıza musibet geldiğinde, büyük nimetlere eriştiğimizde; o güneşin ışığıyla değerlendiriyor, yorum luyor ve yol çiziyorsak; bu yolu tercih etme doğruluğunda samimi yetle yürüyoruzdur.
Ömür suyunda akan tercih sandığı Musa olanı sahile çıkarır, Firavun olanı boğar. Bu keskinliğin ortası yok; su ve sahil tercihi kişiye kalmış.
Nuh’un (as) oğlunun yüksek dağlara sığınırım tercihi onu kurtara madı; Yunus’un (as) balığın karnında “Sübhan”ı zikretme tercihi ise onu selamet sahiline çıkardı.
Suyun içindeki oğul ile balığın karnındaki Yunus (as) ikisi de tek adamdı! Sonuç ise farklı.
Kainat sultanıda ilahi kelemetullah davasını omuzuna yüklediğinde de tek’di ama yalnız değildi…o teklik içinde tevhidi müdafa eder ken aslında vahidiyet sırrı içinde çokdu ve kalabalıktı ama nasıl kalabalık,ama nasıl kemiyet içinde keyfiyet vardı hiç mütalaa edebildikmi…?
Peki o Zaman;şimdi bu kudsi davanın siyasi ayağını omuzlayan “reis”neden yalnız.?neden 2002 dava ruhunun mücahitleri şimdi yoklar ve nerelere savruldular..? yaşadığımız ahirzamanın o okçu lar tepesinin savunucuları şimdi neredeler?
Yeni başlamakta olan parti kongreleri;seçilen yeni yönetimler;bizi kendimizle ve davayı omuzlayan dostlarla yeniden biraraya gelip yapıcı sorgulama ve ders çıkarma hesabına dönebilecekmi acaba..? yoksa malum kongreler ve istişareler yapılıp sonra yine dar kapsamlı ekiplerle bildiğimizi mi yapacağız bekleyelim görelim…
Mevlam neylerse güzel eyler deyip içeri girmeden(siyaseti çıkarı için kullananlara alet olmamak için) pencereden seyredelim inşallah….