
Koronayla savaşımız..
Mehmet Kanmaz
Ah şu dilimiz… İnsanın başına ne gelirse dili yüzünden gelir demişler. Haksız sayılmazlar sanki ne dersiniz? Gözler kalbin aynasıydı. Diller de aklın aynası olabilir mi acaba? Zira ancak hakikati idrak ettikçe dosdoğru dönmez mi dilimiz? Koronadan bahsediyorum, onu yenmemizden... Yenmek kısmına gelmeden evvel, öncesindeki tanışma faslından biraz söz edeyim müsadenizle. Bu mikropçuk, Rabbinden aldığı emir ile vazife başında olan ve ne emredilirse onu yapan itaatkâr bir asker. Bizler için ise düşman vaziyetini almış bir rahmettir aslında.
İşte musibetteki rahmet! Seninle tanıştığımıza çok memnunuz. Ne kerem sahibi bir Rabbimiz var değil mi? Elhamdulillah!
Evet; deprem gibi, sel gibi, kıtlık gibi bu mikropçuğun dizginleri de öyle bir Rahîm-i Hakîm’in elindedir ki, abes iş yapmaz. Merhametlidir, yaptığı her işinde binler lütuf var. Mesela çocuklar, analar, babalar… Herkes bir tarafa, çok dağılmıştık sokaklarda... Yuvalarımızdaki binler sinema keyfine bedel olan evlatlarımızla hasbihâl etmenin tadını bile unutmuştuk. Hem nasihat çıydık başlarında. Ama çok ihmal etmiştik onları.
Mübarek üç aylar gelmişti. Belki de şimdikinden çok farklı planlamıştık bu günlerimizi. Belki de hiç plan bile yapmamıştık şuhur-u selasemiz için. Muhakkak ki, çok daha fazla okuyor, çok daha fazla dergâh-ı İlahiye’ye acz ve fakrımızı bizzat hissederek iltica ediyoruz. Çünkü musibet cana dokundu. Belki büyüklerimizi ve sevdiklerimizi ziyaret etmenin de kıymetini hissedememiştik. Şimdi birbirimizin yüzüne hasret bırakıldık.
“Giyecek hiçbir şeyim kalmamış” müsrifliğinden, iki kat elbisenin yettiğinin eğitimini alıyoruz. “Nimet şükür görmezse gider!” ikazının tokadıyla sallanıyoruz. Tüm bunların her biri pek kıymetli ders-i ibret olmalı elbette. Hep okuruz ya: “Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder, vazife-i hayatiyeyi yapar.” Yine okuyalım işte. Düştüğümüz hâlâtı çok dikkatle okuyalım. Vazife-i hayatiyemizin sadece dua ile ubudiyet olduğunu halimize bakıp okuyalım. Vazife zannettiklerimizden kurtulalım. Bu fırsatı kaçırmadan, dünyaya gönderilmemizdeki asıl maksadın ilim ve dua ile tekemmül etmek olduğunu okuyalım. Bir mikrop nasıl da sahamıza çekiyor bizi değil mi? Sübhanallah!
Anlaşılan o ki; bu imtihan günlerinde her birimizin payına düşen asgari vazife, iman dolu bir sabırdan başka hiçbir şey değil. Daha fazlasına talip olanlar için ise, bu harika kudret-i Samedaniye’yi lezzetli bir hayret ile seyretmek var. Ne hoş..
Biz neticeyi yaşamadan göremeyeceğimizden dolayı, şifa için gayret göstermeye, tedavi görmeye ve dua etmeye devam edeceğiz elbette.
bu hastalık ile imtihan olan tüm kardeşlerimizin, şu endişeli ve elemli günlerinde en çok muhtaç oldukları şeydi kalbî teselli. Farkında olmadan mahrum bıraktık. Fakat O öyle bir Rahîm ki, O öyle bir Hakîm ki, hastalığı mü’min kullarının günahlarına sabun köpüğü gibi temizleyici tayin etmesi gibi, vefat edenlere de teselliyi “Taundan ölen şehittir” müjdesiyle yine bizzat Allah veriyor.
Bizler de toplum olarak bu inançla, bir an evvel hakikatlerin önündeki kalın perdeleri yırtıp atalım ki, aklımız nur-u hakikat ile tenevvür etsin, etsin ki; dilimiz de terbiye-i İslamiye ile edeplensin.Cenab-ı Erhamürrahimin hepimi zin maddi ve manevi hastalıklarına hayırlı şifalar ihsan etsin. Amin…