Mehmet Kanmaz

İnsanın Son Noktaya Geldiği An…

Mehmet Kanmaz

Hüzün hiçbirşeyi değiştirmese de seni değiştirir. Büyürsün üzülürken. Yaşlanırsın. Olgunlaşırsın. Dengelenirsin. Dinginleşirsin. Yorgunluğun konaklamayı öğretir 'şey'lerin kenarında. Yavaşladıkça, şeyler ve senler, yanından geçtiğin nesnelerin detayları ortaya çıkar. Tefekküre yol açılır. Boşluklara düşülür. Haklarında düşünmediğin kadar uzun ve çok düşünür sün. Dalgınlaşırsın. Dalgınlaşırsın. Dalgınlaşırsın.

Mantık bütüncül menfaate uygun olandır belki. Yani mevcut olan,Vücudî olan,tamam,fakat hayat mantıktan da ibaret değildir. Yağmurun getirdiği hüznü mantıkla açıklayamazsın. Sallanan ekinlerin düşürdüğü dalgınlığı formüle edemezsin. Sözlüklere bakarak yaşamıyoruz hayatı. Hiçbir 'an'ımız romanlarda anlatıldığı kadar uzun yaşanmıyor,Bunun farkına varmalı Gerçekle yüzleşmeliyiz.

Kendini yormak için girdiğin bir çabadır üzülmek,koşmaktan yorulup düşmeyi arzulamak.Yani;hüzün neşenin yorgunluğudur,düşüncesindeyim, acı birşey yaşadığında,kaldırmak zor geliyor. Yalnız kalbine değil aklına da zor geliyor. İşte, kalbini yorarak, üzerine üzerine giderek kendini taşıyamaz hale getirmenin yoludur üzülmek,Kederden sarhoş olmak bir nevi. Neşenin kollarını yormak. Odaklanacak derman bırakmamak artık,Bıktırmak.. O kadar yorulursun ki acı anlamsızlaşır,Gözyaşın kuruduğunda ağlamak anlamsızlaşır.

İntikam duygusu değerlerimizde bulunmaz ama bazı zaman olur ki;acıyı çekmektense onu öfkeye dönüştürmeyi seçersin böylelikle,Kusar geçersin. Kırar geçersin,Döker geçersin. Saçar geçersin.

Öfke sakıncalıdır. Öfke kabına da zararlı bir sirkedir,Ne kadar çok yorulur san o kadar anlamsızlaşır,Yorgunluk iyi bir körelticidir. Köreltir seni en ince farkındalıklarına kadar,şahsen ben, acısını ilk günlerinde şiddetle yaşayanlardan çok, bastırmaya çalışanlardan korkuyorum. Ortaya dökülse geçiyor sanki. Dökmeyenden korkmalı. İçinde tuttukça daha çok yakıyor. Birşeye dönüştürmezsen öyle kalıyor. Acı, saf acı, geçmeyen sancı. Üzülmek de değil O,Yormadan yakar.için için yakar…

Yıllar önce bir kitapta okumuştum. "Ortaya çıkarılamamış duygular beklemekten bozulur!" demişti bana,Bozulanlara ne olur peki? Öfke olur,İntikam olur,husumet olur. Demek her duygu sandığımız kadar halis değil. Bazıları başkalarının bozulmuş hali. Normal yollardan ifade edemeyince tepkimeye giriyor. Bir nevi fermantasyon, bir çürüme, bir başkalaşım geçiriyor.

İşitme kaybı yaşayanlardan bazılarının  neden bu denli öfkeli olduğu da böylece anlaşılıyor:Anlaşılmamak da bir süre sonra öfkeye dönüşüyor demek ki. Zaten öfkenin bozuk bir mal olduğu ortaya çıktığında yaptığı etki den belli,fiile dökülen bir varoluşu var. Görünen müspet bir eylemi yok. Yapması yıkmaktan ibaret. Yıkmasında yapmak yok.

Gözleri yaşarmayan insanlar duygusuz değiller elbette. Ama belli ki 'Göz yaşarır. Kalp hüzünlenir' diyen bir Aleyhissalatuvesselamın yolunda da değiller. Neden bazı duygular böylesine zayıflık emaresi sayılıyor da kötüleniyor? Neden onları yaşamak için tenha köşelere koşmak, saklan mak, yastığımıza yüzümüzü yapıştırmak zorundayız? Bir Peygamber ashabına neden bu halini açıklamak zorunda kalıyor? Neden içimizin bir yanı hep yetim ki, yetim kalınca, en çok o yanlar ortaya çıkıyor?

Arkadaşım daha gözyaşlarınla hukukun belli değil. Legal mi? İllegal mi? Ondan utanıyor musun yoksa? Yoksa seviyor musun en mahreminde? Nerede senin adaletin? Daha yasal olmayan yanların var kendi içinde, sana göre, senden öte. Bastırıyorsun onları. Zindanların var. Mahpusların var. İçinde Yusuflar var ki kardeşleri kuyuya atıyorlar. Babalarına, yani sana, unutturmaya çalışıyorlar,Barışmadığın o kadar yanın,yönün,latifen var ki.

İnkârcılığı yalnız Allah'ı inkâr mı sanıyorsun? Bence aczini ve fakrını inkâr etmek de bir nevi inkârcılıktır. Hatta inkârcılığın başı odur. Birincisi de şu ikincisinin üstüne bina edilir. Belki de o yüzden imandan çok bahseden Üstadım yolunu böyle dörde bağlar: Acz, fakr, şefkat ve tefekkür.

Yani, önce acz ve fakr, sonra şefkat, sonra tefekkür. Bu sıralamada da bir sır var. Sanki diyor ki 'ben'e: Önce kendinle barış. Sonra âlemle. Kalbin âlemle şefkatinden barışır. Aklın âlemle tefekküründen barışır. Hem demiyor mu başka bir yerde de yine: “Evet, ifrat ve tefrit, delillere karşı bir isyandır. Yani, sahife-i âlemde yaratılan delail, uhud-u İlahi’ye hükmün dedir. O delaile muhalefet eden, Cenab-ı Hak’la fıtraten yapmış olduğu ahdini bozmuş olur.”

Fıtrî ahdini bozdun. "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda "Evet!" demiştin Kalu-bela gününde. Fıtratın bu programla yaratılmıştı. Dünyada "Hayır!" diyebilmek için önce fıtratının detaylarını inkâr ettin. Öyle olmadığın halde 'öyleymiş' gibi yaptın. Delillere isyan ettin. Kibirlendin,Kıskandın.

Elhasıl;biz kendimize gelmezsek mazaaallah bitme noktamız çok yakın bir gelecek gibi geliyor…aman dikkat…

Yazarın Diğer Yazıları