Mehmet Kanmaz

İnsan'ın Haddini Bilmesi

Mehmet Kanmaz

İnsan, nihayetinde insandır. Ne kadar kendini geliştirirse geliştirsin, insandır. Ne kadar servet edinirse edinsin, insandır. Ne kadar metin ezberlerse ezberlesin, insandır. Ne kadar lisan öğrenirse öğrensin, insandır.

Ne kadar zeki olursa olsun, insandır. Ve istisnasız fasılasız, hep insan olarak kalacaktır. Bunun idraki, belki bir adım ötesinde bu idraki acz ile kabullenişi, onu hakiki benliğine kavuşturur.

Hakiki benlik? Veyahut daha da ötesi; iman. İnsan önce Allah’a iman eder, ancak aslında bu iki yönlü bir imandır. Kelime-i şahadet söylenen ve söylenmeyen cümleleriyle iki buudlu, iki boyutludur.

Allah’ın tek ilah olduğuna iman eden, kendisinin de insan olduğuna iman eder. Fahr-i Kâinatın (a.s.m.) peygamber olduğuna iman eden, kendisini de dinleyici ve tebliğe muhatap olan makamına oturtur.

Aksi olduğunda ise, maazallah, insanın kendisini idrakinde de bir sorun oluşmaya başlar. Hatta kendisini “sadece” bir insan olarak görmez. Onu kaldırır. Daha fazlası olduğunu düşünür. Çünkü önünde onun gücüne sınır koyacak başka bir güç yoktur.

Bu düşüncenin nihayetinde vardığı son noktayı, sınırı veyahut haddini bilmez sınırsızlığı Firavun’da, Nemrut’ta görüyoruz. Kur’an bize onlarla ders veriyor yönetim  alanında…. Sadece onlar mı? Karun’la da zenginlikte; Medyen ahalisiyle ticarette; Semud’da kavmiyle…

Neyse… Biz yine ikisine dönelim. Kendilerini birer ilah olarak topluma kabul ettirmek isteyişleri, aslında kendilerini insandan öte görüşlerinin nihayet noktası değil mi? Belki Nemrut da, Firavun da bu ilahlık hayalini içten içe yıllardır büyütüyorlardı.

Sınırlarını arıyorlardı veya sınırsızlık istiyorlardı. Karşılarına bir İbrahim (a.s.) ve bir Musa (a.s.) çıkmasaydı bu hayallerini hep saklayacaklardı.

Hep umacak ve yapacaklardı.

Fakat onlar geldiler, hadlerini bildirdiler. Birden hayalinden hakikate dönmek her hayalpereste acı gelir. Nemrutta Firavun da kabul edemediler bu durumu ve benliklerindeki sırrı açık ettiler:

Ah…insan. Bilmiyorsun, eğer ıslah olmazsan cehennemin de senin içinde…

Ne diyorum ben öyle...? Cehennem insanın içinde olur mu?...Olur, olur, hem de nasıl olur. Fıtratına uygun yaşamayan, belki bir yönüyle fıtratına uygun bir anlayışla kendisini anlayamayan insan, aslında kendisine cehennemi hazırlıyor.

Belki Kur’an’ın da böyle insanları “nefislerine zulmedenler” olarak tarif etmesi bu yüzdendir. Çünkü; ”Cennet ucuz değil cehennem dahi lüzumsuz değil” bu insanlar yaramaz çocuklar gibi her gördüğünü, her işittiğini, heves ettiğini isteyen nefse, bu özgürlüğü tanıyarak ona iyilik etmezler.

Demem o ki; bazen sınırlar çok güzeldir. Özgürlüğe bile tercih edilir.

İnsanların kendi alanlarında yapmak istedikleri ve yapmak istemedikleriyle tam özgür olduklarını düşünürsek; yapmak istediklerine alabildiğince izin verildiği ve fakat yapmak istemediklerini ise sistemin kabul etmediği bir düzenin parçası olmak yadırganabilir haklı bir şekilde…

Ben yadırgarım, Bir şey daha söyleyeyim mi azıcık cüretle; Kanaatim Odur ki ülke  olarak özgürlüğümüzü kazandığımızı düşündüğümüz 99 yıl önce aslında, yeni bir sınavla baş başa kalmışız ve hâlâ bunun mücadelesini veriyoruz yani toplum olarak, Fert olarak fıtrata uygun özgürlüğümüzü kazanma meselesi..! ‘

ÖZETLE; Peki, bu özgürlük nasıl kazanılacak? Öncelikle insanın kendisini idrak ile…yine ancak enenin, “ben”in idrakiyle…

Bizim anahtarımız kendimizi idrakin ateşten çemberi içinde, bu çemberden çıkış yolu da aslında, imanımızla ve ubudiyetimizle alakalı…….

siz ne dersiniz…..

Yazarın Diğer Yazıları