
Fetö darbesinde gelinen durum..
Mehmet Kanmaz
Üçüncü yılını bitiren 15 Temmuz darbe teşebbüs süreci, insani ve mali kaynaklar bakımından ülkeye ağır bedeller ödetti ve ödetiyor.
Darbe teşebbüsünün toplum dokusundaki, maddi-manevi tahribatı tahminlerin çok üstündedir. Fakat, sadece iç barışımızı korumuş olmak, hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kazancımızdır.
Darbe’nin en onulmaz sonuçlarından birisi, dindarlık ve cemaat kavramlarını vicdanlarda sorgulanır hale getirmesidir. Cemaatler hak etmediği bir töhmetin altındadır.
Gayrı meşru bir maksat’ta kullanması sebebiyle cemaat kavramına “güvenil mez” yaftası vurulması kabul edilemez. Resmi alanda sahibi belirsiz raporlar yayınlayıp cemaatleri etkisiz kılmaya çalışmak, bu milletin manevi hayatını sabote etmektir. En az FETÖ darbesi kadar, İslami hizmetlere zararlı bir tavırdır.
İman hizmetine çıktığı 20. asrın ilk çeyreğinde din adına siyasetin istismar boyutlu sakıncalarını müşahede eden Bediüzzaman, “din adına” iktidar hedefli siyasi arayışların hep karşısında oldu. “Şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçmayı” sakıncaları sebebiyle hizmetinde etkili bir ilke haline getirdi. “Siyaset topuzunu atarak” iman derslerine sarılmak, hep net tercihi oldu. Takiyye ve saklı gündem arayışında hiç olmadı.
Nur hizmetinde kişi ve topluma yönelik dini hizmetlerin, siyaset ayağıyla değil, sivil alanda, fikri planda yapılması esas idi. Çünkü, “siyaset cereyanlarında, hem muvafık- hem muhalif” çevrelerde iman dersine muhtaçlar vardı. Tebliğ kapısını kimseye kapatmadan herkese açık tutmak gerekiyordu.
Cemaat yapısı içinde din adına hareket eden herkesin benimsemesi gereken en sağlıklı bakış açısı bu idi. Dün geçerli olan bu ilke bu gün de geçerlidir. Ne var ki, günümüzde İslamiyet’i, terör başta olmak üzere uluslararası operasyonların yedeğine koyan odaklar var. Bunlar, İslam’ı sevimsiz gösterip, etkisiz kılmak için, var güçleriyle dindarların kimyasını bozmaya çalışıyorlar. FETÖ, böyle bir çabanın sonuçlarından sadece birisidir.
Darbe teşebbüsünün üçüncü yılında, dinin siyasi amaçlara alet edilmesine karşı daha sağduyulu mücadele edileceği yerde, toptancı bir yaklaşımla cemaatleri yıpratma arayışları devam ediyor. Halbuki, dünyevileşmenin ve ahlaki aşınmanın ağır baskısı altında yıpranan değerleri ihyada, öncelikle başvurulacak kurum cemaatlerdir. Bu yapıların tahribi, siyasete belki dikensiz gül bahçesi açabilir, fakat büyük bir gaflet olur. Zira, resmi ve ücretli hizmetlerin tesiri oldukça sınırlıdır.
Şu gerçeği unutmuş olamayız: İşi, kanlı darbe teşebbüsüne vardıran yapının aşındırdığı değerlerin, cemaat kavramında temsil edilen ulviyet ve kutsiyet ile çok ilgisi yoktu. Kendisi dışındakilere karşı hak, hakkaniyet, insaf ve merhamet duygularının kaybetmiş, bankası, sigortası olan bir yapı, zaten “cemaat” değildi.
Üç sene sonra geri dönüp baktığımızda, 15 Temmuz darbe teşebbüsüne karşı alınması gereken tedbirler konusunda ilk günlerin tehevvürü artık aşılmış olmalıdır.
Soruşturmalarda, göz altıların, sorgulamaların, iddianame ve dava süreçlerinin daha bir usul içinde, hukuk ve adalet kriterleri ışığında yürütülmesi sağlanabil melidir. Bazı ihmallerin siyasi bedeli olabileceği öngörülmelidir.
Soruşturmaya tabi olanların kişisel olarak maruz kaldığı süreç, yakın çevresinde anlam verilemediği ölçüde memnuniyetsizliklere yol açıyor. Son mahalli seçim sürecindeki oy dağılımları bu açıdan analiz edilmelidir.
Son yerel seçimlerde, seçmenin siyasi iradeye “mesaj verme” konusunda ısrarlı olduğu ve bunun gereğini yaptığı anlaşılıyor.
Seçimler sonrasında “seçmene küsülmez, kızılmaz” şeklindeki beyanlar, takip edilecek uygulamalarda dikkate alınacak ve belirleyici olacaksa, seçmen tavrı fazla mesafe almadan, yargıda, idarenin KHK uygulamalarındaki beklentilerin gereği yapılmalıdır. Bu, siyaseten bir taviz değildir. Halka dayanan bir yöneti min, hukuk devletinin gereklerini yapma konusundaki duyarlılık göstergesidir.
Bir yıl sonra,yani 2020 yılında; içinden geçtiğimiz darbe sürecinin bugün konuş tuğumuz konularını aştığımız bir kutlama yapmak hepimizin gayesi olmalıdır.