
Birlik Olma Vakti
Mehmet Kanmaz
Değerli dostlar; Çok nazik dönemden geçiyoruz Bu dönemler, karşılıklı fedakârlığa ihtiyaç duyulduğu dönemlerdir.
Dünyevi hadiseler, mal, mülk, servet, makam ve mevkiler, Oyunun farkına varıp mü'mini mü'mine kırdırmaması gerekir.
Aslına bakılırsa mü'minin mü'mine kırılmaya hakkı da yoktur. Her konuda olduğu gibi, Yüce Rabbimiz; “Andolsun ki, Resûlullah'ta sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.” Ayetiyle Kâinatın Efendisini örnek almamızı tavsiye buyurur.
İsterseniz bu konuda “hayalen Asr-ı Saadete giderek” Resûlullah’ın yaşadığı o kritik ve hassas olaylardan birini birlikte yaşayalım:
Peygamber Efendimiz (asm), Hendek Savaşında, hendek kazma esnasında, mü'minler arasında en ufak bir sürtüşmenin bile çıkmasını yasaklamıştı. Çünkü bir an önce elbirliğiyle hendeğin kazılması ve kısa bir zaman içinde bitirilmesi gerekiyordu.
Hiç kimse arkadaşının kırıcı sözünden dolayı alınmayacak, darılmayacak, diye emir çıkararak Müslümanları büyük bir fedakârlık ve hoşgörüye davet etmişti. O hep düşmanın şehrin kapılarına dayandığı o nazik dönemi, sabır, sebat ve metanetle aşmayı düşünmüştü. Çünkü birbirleriyle uğraşanlar müsbet hareket edemezler.
Hayırlı, işlerin çok muzır manileri olur.” Küçük kırgınlık ve ihtilaflar yüzünden Müslümanlar arasındaki dayanışmanın zedelenmesi, hendek kazma işinin akim kalmasına sebep olabilir ve düşmanın Medine'yi istilâsına yol açabilirdi. Mü'minin, mü'minden gelen kinci muamelelere sabırla hoşgörü ile affetmekle karşılık vermesi, büyük bir fazilettir.
Ancak düşman tehlikesinin İslâm varlığını tehdit ettiği nazik dönemlerde, bu tarz hareket artık fazilet olmaktan çıkar, herkes için zorunlu bir görev olur.
Bu durumlarda mü'minler darılmayı bir tarafa bırakmak zorundadırlar. Aksine bir davranış, İslâmiyet’e zarar verebileceği gibi, düşmanın da işine yarar.
Demek gerek şahsi ve gerek sosyal hayat açısında, mümininler arasında tarafgirliğe sebep olan ikiyüzlülük, bozgunculuk, ayrılık, kin, inad, hased ve düşmanlık; hakikat ve hikmet yönünden ve en büyük insanlık olan İslamiyet açısından reddedilmiş ve zararlı bir zehir olarak kabul edilmiştir.
Böyle bir durumda her zaman ehl-i hak zararlı çıkmıştır. Ayrıca ehl-i hakkın görevi ikram -Allah korusun- insanda nefis ön plana çıktığı zaman artık ne kalbi ne aklı hiçbir şeyi, dinlemez.
Haksız dahi olsa kendini haklı zanneder, benim hakkım var der. İşte burada artık insan bazen ne dediğinin ve ne yaptığının farkında olamaz. İnsanın, en çok yanlış ve hata yaptığı ve topluma zarar verdiği anlardır bu anlardır.
Aklı başına geldikten sonra durumun farkına varır. Fakat” ba’del harab-i Basra” yani iş işten geçmiş olur. Çünkü artık yangın bacayı sarmış evi kül haline getirmiştir. Burada en çok zarar gören toplumdur, işin başındakiler değil. Geçmişte ve şimdilerde olduğu gibi.
Gözetilen gaye ve maksada veya beklenilene Allah’ın rızasına uygun hareket etmektir. Olumsuzlukları değil, olumlu olan şeyleri nazara vermektir. Cenab-ı Hakkın Hakîm ismine uygun yani “mukteza-yı hale mutabık hareket etmektir.”
Hak ve hakikat namına fikir alışverişinde bulunmaktır. Hisler karışmadan olayların üzerine sabır ve soğukkanlılıkla gitmektir.
Şimdi bir ve beraber olmaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.
Zaten bizi birbirine bağlayan o kadar bağlarımız var ki, değil bizi, belki küreleri dahi birbirine bağlayacak kuvvetli ve manevi bağların olduğunu söyler asrın Bedîsi!...
Evet, ifsat ve zındıka komiteleri bizleri aldatmasın karşımızda pusuda bekleyen ve ayrılıklara zemin hazırlayan dehşetli komiteler var, onların işlerini kolaylaştırmayalım…
Makalemi, İslam’a ışık tutmuş güzel insanların şu veciz ifadeleriyle bitirmek istiyorum: ‘İnsanlar, ya dinde kardeşindir, ya da yaratılmışlık yani aynı Allah’ın mahlûku olma yönünden kardeşindir’ diyen Hz. Ali (r.a)”
Sevgi varken nefret niye, / Barış varken savaş niye/ Kardeşlik varken didişmek niye / Dostluk varken düşmanlık niye / Hoşgörü varken bağnazlık niye / Hür olmak varken esirlik niye / Adalet varken haksızlık niye?” diyen Hacı Bektaşi Veli hazretlerine…
“Türkistan’dan Şam’a kadar olan sahada bir din kardeşimin parmağına batan diken, benim parmağıma batmıştır; onun ayağına çarpan taş, benim ayağıma çarpmıştır. Onun acısını ben duyarım. Bir kalpte hüzün varsa, o kalp benim kalbimdir.” diyen Ebu’l-Hasan Harakânî hazretlerine…
“Ben kendi elemlerime tahammül ettim; fakat ehl-i İslâmın eleminden gelen teellümat (elemler) beni ezdi. Âlem-i İslâma indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum.” diyen Bediüzzaman hazretlerine kulak verelim.
Gönüllerimizde herkesin oturabileceği birer makam birer imkân hazırlayalım. Unuttuğumuz kardeşliği, birlik ve beraberliği yeniden keşfedip ve hayatımıza hayat kılalım. Birlikte kuvvet doğar. Allah birliğimizi ve beraberliğimizi bozmasın... Âmin binlerle Âmin!...