
Anlaşılabildik mi…
Mehmet Kanmaz
Hangi yaşta, hangi konumda olursa olsun, ruhunda iz bırakan bir takım hasret ve beklentilerle doludur insan.Yapmak isteyip yapamadığı, söylemek isteyip söyle yemediği, bakmak isteyip bakamadığı o kadar şey vardır ki benliğini saran, zihnini meşgul eden, âdetâ içinde yıllarca barındırdığı sırlar yumağıyla ebedî yolculuğa uğurlanacak, ama hiç kimseler bilmeyecek,anlamayacak,derman olamayacak…
Sığınacak Rabbine bütün içtenliğiyle Yusuf peygamber gibi, iffetin nezih zirvesinde bayrak açacak tüm evrene ve seslenecek tüm haya yoksunu zavallılara, açacak en saf duygularla ellerini ve duracak en yüce divana, gözünü dikecek tek bir hedefe ve istika mete ve bekleyecek BİR ve TEK olanın hükmünü… Bekleyişi ve sığınması esnasın da öylesine umutlu olacak ki, gözünde ne muammâ hâli, ne umursanmaz dertleri, ne anlaşılmaz duyguları ve ne de ortaya koyamadığı yüreği elinde kalacak, sadece ve sadece ufka dikecek gözlerini, kendisini anlayacak BİR’i bekleyecek ve O’na yönelecek
Kim bilir, belki de bu yönelişi de anlaşılmayacak birileri tarafından, ızdırap ve çilelerle dolu bir hayatın anlaşılmaz film senaryosu ukbaya kalacak ve âhiret yurdunda ancak anlaşılabilecek!
Cennetü'n naîm ya da Cennetül mev’ayı kazanmak adına teslim etse de cismini köle tüccarı (!) kervancılara, ruhunu teslim etmeyecek, abdi, kölesi kalacak Ma’bûd-u mutlakın son nefesine dek tüm zerreleriyle…
Evet, ruhlar ve gönüller!.. Ne esrarlı âlemlerin birer unsurudurlar ki, anlaşılmadıkları ve uyuşmadıkları birileri tarafından çarçabuk kenara konabilen, gözden çıkarılan varlığı nın, duygularının, beklentilerinin, algılarının ve topyekun maddî-mânevî mevcudiyeti nin BİR ve TEK tarafından sahiplenmesiyle, merhamet ve şefkatle sevk ve idare edilme siyle yeniden yörüngesinde mütevekkil bir duruşun ve gidişin ruh sükûnetine bürün mesi ve teslimiyle hayat bulmasına mesrur olacak.
İnsan denen bu esrarengiz varlığın sırlarını açmadan, ön yargılardan ve anlaşılmaz tutumlardan kaçmadan, hayatı hayat gibi, memâtı memât gibi yaşamadan, madde ötesine ulaşamadan, benliğinden sıyrılıp on sekiz bin âleme taşamadan, ruh ve gönül dünyasına yanaşamadan içindeki hasret hiç bitmeyecek!
Sizi anlamak istemeyenlerin veya anlamakta zorlananların ne hükmü var ki hayatınızı rahmetiyle kuşatanın yanında?bu doğru tespitin yanında,umutlandığım anlar da yok değil tabii....
Ve bu minval üzeri tasavvur halinde iken hayat serancamıma bir bakıyorumda,Sizi anlayanlar da yok değildir kuşkusuz. Bırakın takdir edilmeyi bir yana, varlığınızı hissetmeleri bile dünyaya bedel. Paylaştığınız doyumsuz sohbetlerin,manevi iklimin o hoş kokulu atmosferinin, dostluğun,ihlas ve samimiyetin,şirket-i maneviyeden hisse almanın, menfaatsiz kardeşliğin, paha biçilmez anları, hayatınızın tek tesellisi olacak Hayatı sarıp sarmalayan mutlu bir dünyanın aktörü olmak Allah’ın bir lütfu olsa gerek.
Değerimizi bilip, bize değer katan dostlar; Hayat bizi öylesine sürükledi ki kumsalların ıslak zeminindeki farklı boyutlarına, haykıramadık sevgilerimizi bile, terennüm ede medik dostluğun büyülü rüyalarını, okuyamadık paylaşmanın doyumsuz romanını…
Elhasıl; Öyle bir an gelecek ki, yol bitecek, yolculuk tükenecek. Sonsuzluk ülkesinde yaşamak üzere tehir ettiklerimizin hasretiyle ve beklentisiyle kudreti sonsuza dayan maktan başka yol kalmayacak ki!..
Ya bir de, cennet yamaçlarındaki kurulu meclislerin sohbetleri olmasaydı?(Gerçi; Cennet ucuz değil cehennem dahi lüzumsuz değil) Bencilliğin, kıskançlığın, anlayışsızlığın, vurdumduymazlığın, menfaatciliğin kıskacından arınmış, sadece ve sadece hoşnutluğun, anlayışın, güzelliğin, sonsuzluğun sınırsız olarak sergilendiği ve yaşana cağı cennet hayatının ve kainat sahibinin tasarrufu ve kainat sultanının, mevcudiyeti nin bizzat hissedildiği ve yaşanacağı o kutlu visal olmasaydı, halimiz nice olurdu?..
**Gerçekten bir şeyler anlatabildim mi…yoksa yine anlaşılmadım mı..?