
ABDULHAMİTHAN HZ.LERİNİ TAHT'DAN KİM İNDİRDİ.?…..
Mehmet Kanmaz
Bir takım bilgisiz kişilerle beraber, mühim bazı şahsiyetler de; Hz. Üstad Bediüzzaman ve merhum Sultan Abdülhamid han hz.’leriyle ilgili raviden ravîye intikal yoluyla gelen mesnetsiz dedikodularla bir şeyler konuştuklarını duymaktayız. Özeti şöyledir:
Sözde, “Bediüzzaman hz.’leri Mehmet Âkif merhumla birlikteİttihatçılarla bir olup 1907–1909’ larda Sultan Abdulhamid’in tahttan indirilmesine çalışmışlar ve aleyhinde konuşmalar yapmışlardır. Hatta Abdülhamid’in hal’i için fetvalar vermişlerdir?.. Ama bilahare Bediüzzaman Said Nursi bundan büyük pişmanlık duymuş, tevbe etmiş ve siyaset’ten tamamen çekilerek “Şeytan’dan ve siyasetten Allah’a sığınırım” demiştir.
Gerçek durum şudur ki;Bediüzaman hz.leri hiç bir zaman fetva kurulunda yer almamış olup,dayatılan fetvayı kaleme alanda o zamanın mebusu elmalılı hamdi yazır olup meclisde bu fetvayı zorla imzalayanda şeyhülislam ziyaaddin efendidir
Bediüzzaman hz.’leri 1907 yılının Aralık ayının son günlerinde İstanbul’a ulaştığı hakkında kesin belgelerle sabittir. Onun İstanbul’a gelişinin asıl gayesi, Van’da kurmak istediği Medresetüzzehra isimli üniversitenin maddi finansmanı için, Sultan Abdulhamid’le görüşerek temin ve taahhüt altına almaktı. İstanbul’a gelir gelmez padişahla görüşme imkânının yollarını aradı.
1908’in Mart ayı başlarında Mabeyn-i hümayûn’a gitti, padişahla çok önemli bir hususa dair görüşmek istediğini söyledi. Ama maalesef oradaki vazifeli paşalar bu isteği reddettiler. Bediüzzaman’la, o çoğu mason olan paşalar arasında tartışmalar yaşandı. Dolayısıyla o pek mühim görüşme mümkün olamadı. Fakat Bediüzzaman bu görüşme talebinden vazgeçmedi, çare ve imkân yollarını aramaya devam etti. Ferik Ahmet Muhtar paşa delaletiyle İstanbul Şişli’de Vanlı zengin bir adamın evinde mabeyin paşalarıyla ikinci bir görüşme sağlandı. Burada yine mevzu’ hakkında sert münakaşalar oldu.
Sonuçta ipler koptu ve Bediüzzaman’ın proje temelli görüşmeden ümidi kesildi. Mabeyin paşaları ; ne yapalım, ne edelim de bundan kurtulalım diye çare düşündüler. Sonunda: “Bunu bir süre nezarette bulunduralım Padişahtan kendisine bir miktar parayı bahşiş ve rüşvet tarzında gönderelim. Herhalde o bu parayı görünce çeker gider” diye bu tedbiri, Sultan Abdülhamid’e bildirip kabul ettirmeye çalışalım. Tedbir kabul gördü. Padişah adına zaptiye nazırı Şefik Paşa görevlendirildi.30 altın peşin bahşiş,her ayda 10 altın maaş..ileride bu maaş daha da arttırılacak diye Sultan Abdulhamidin selamıyla birlikte teklifen götürüldü.Bediüzzaman’ın Şefik paşaya cevabı şöyle oldu: “Ben maaş dilencisi değilim. Bin altın da olsa kabul edemem… ilahir” uzun bir muhavere …
İşte tımarhane, nazarethane derken 24 Temmuz 1908 günü 2. Meşrutiyet Padişahın fermanıyla ilan edildi. Bediüzzaman hazretleri ya Meşrutiyetin ilanı gününde, ya da bir-iki gün önce serbest bırakıldı. İstanbul’da, Selanik’te hürriyetçilerin tertipledikleri nümayişlere Bediüzzaman da katıldı. Meşrutiyeti İslami şeriata tatbik eden uzun nutuklar irad etti. Onun hürriyet ve meşrutiyeti şeriata tatbik eden bu nutukları ta o günlerde kitaplaştırılarak yayınlandı.
Kaldı ki M. Akif merhumla Bediüzzaman’ın müşterek ve birleşik herhangi bir tavır ve hareketleri diye bir şey söz konusu değildir. İşte hal ve durum çok net olarak bu merhalede iken, bilgisiz bir kısım insanlar, mesnetsiz, hatta asılsız bazı rivayetlere dayanarak,güya Bediüzzaman hazretleriyle Merhum Akif Bey el ele vererek Merhum Sultan Abdülhamid aleyhine kampanya açmış ve hatta onun hal’ı için fetvalar bile vermişlerdir diyebilecek kadar ileri gidiyorlar.
Oysa ki: Bediüzzaman hazretlerini imha için onun can düşmanı kesilmiş olan ittihatçıların en baş hedefleri o idi. İttihatçılardaki farmason grubunun hedefinde İttihad-ı Muhammedi cemiyetinin üyelerinin ve özellikle Bediüzzaman’ın:“Sultan Abdulhamidci ve Mürteci kimseler” olarak tanımlayarak onu idam ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Nitekim çapulcu denmesi bile zor olan hareket ordusu gelip İstanbul’u kuşattığı Rumi 11 Nisan 1325 (Miladi 24 Nisan 1909 ) da İttihad-ı Muhammedi üyelerini yakalamaya başladıkları günlerde Bediüzzaman hz.leri hayatını boşa sarf etmemek ve koruma altına almak niyetiyle İstanbul’dan ayrılıp İzmit’e gelmiştir.
Bediüzzaman’ın İzmit’te beklediği günlerde miladi 27 Nisan 1909 Sultan Abdulhamidin hal’ı gerçekleştirilmiş oluyordu. Miladi 30 Nisan 1909’da da Bediüzzaman hazretleri İzmit’te yakalanıp tevkif edilerek İstanbul’a götürülmüş 23 gün Harbiye nezaretinde tutuklu bulundurulmuş 2 nolu Divan-ı Harb mahkemesinde sorgulandıktan sonra tahliye edilmiştir. Bir gün sonra da,1 nolu Divan-ı Harp mahkemesinde yargılanmış, gayet merdane ve pervasızca müdafaaları sonunda beraat almıştır.
Bu yazdıklarım kafadan atma mesnetsiz lakırdılar değil, belgeli, vesikalı beyanlardır. Şimdi sorarım; Hal ve serencam böyle olursa, acaba bilgisizce olan iddiada: “Bediüzzaman Sultan Abdulhamidin hal’ı için fetva yazdı” sözlerin kaç paralık değerde olduğu herhalde anlaşılır. Evet, Bediüzzaman hazretleri değil Sultan Abdulhamidin hal’ı için fetva vermek, tam aksine Divan-ı Harbi Örfide “Sultan-ı mazlum, Şefkatli sultan” tarzında müdafaalarda bulunmuştur.Tarihe doğru not düşmek adına kaleme aldığım bu yazım inşaallah kafalardaki şüpheleri izale eder….