
'ÜMMÜL KURA'(İSLAM MEDENİYETİNDE ŞEHİR)
Mehmet Kaçar
Şehir kelimesi; Arapçada Medine, Farsça da ise şehirdir. Kur’an’da ise; Medine, Karye, Belde, Mısır, Beyt, Mesken, Dâr-Diyar gibi farklı kelimeler, şehir anlamını ifade edecek şekilde kullanılmıştır.
Şehir, gelişmiş bir toplum yapısı ve örgütlenme şeklidir.
İslam kaynaklarında, şehir daha çok siyasi ve hukuki bir yaklaşımla tanımlanmıştır.
Mesela; el-Maverdi’ye göre şehir, “İdari ve cezai kaideleri yürüten ve bir idarecinin, kazai hükümleri yerine getiren bir hakimin bulunduğu yere şehir” ismini vermiştir.
Molla Hüsrev ise;” Mısır, öyle bir mekandır ki; orada hat cezaları icra eden ve kanunları yürüten bir emir ve kadının bulunduğu yere” şehir der.
Şehir kurmak ve şehirleşme, Hz. Ademin en önemli keşiflerinden biridir. Çünkü barınma, güvenlik ve geçinme gibi insani ihtiyaçların en uygun bir şekilde karşılanabildiği yerin adına şehir denir.
Kur’an’da da; şehrin, insan ve toplum hayatını etkileyen nitelikli bir yapı olduğu, Bakara;126, Enam:92 ve Şura:7 ayeti celileler de geçmektedir. Ayrıca şehirlerin huzur ve güvenli kılındığına da, Enam; 92. ayeti kerimede işaret edilmiştir.
Şehir toplumları her asır ve devir de, toplumların hayat biçimleri ve inanç değerlerini taşıyan bir yapı olarak ortaya çıkmıştır.
Şehirlerin kurulmasında da farklı görüşler ortaya atılmıştır.
Kur’an da Mekke’yi Mükerremeye “Ummul Kura” (şehirlerin anası) (Enam:92) ismi verilir. Kâbe’nin etrafında Mekke şehrinin ilk çağ şehirlerinde de tapınağın, orta çağ Hristiyan kültüründe ise klisenin, Yahudilikte de Havra’nın, İslam kültüründe de Cami’nin şehrin merkezi yani kalbin de yer alması, insanların hayatını doğrudan yönlendiren dinlerin, şehirlerin kurulup gelişmesinde etkili olduğu gözlemlenmiştir.
Peygamber Efendimiz(sas) ise; “Ahlakın, toplumun ıslahı işlerini, köyden değilde, şehirden başlatma” nedenlerini şöyle anlatabiliriz:
“Kur’an’ı Kerim, toplumun yozlaşması üzerinde, özellikle toplumun ileri gelen kesimlerinin önemli bir rol oynadığına dikkat çeker.” Artan refahtan büyük payı alan kesimler, servet ve iktidarın kendilerine verdiği güç nedeniyle hem kendileri sapmış hem de toplumu saptırmışlardır.
Nahl Suresi, 112. ayeti kerimede bu duruma şöyle işaret edilir:” Allah şöyle bir memleketi örnek verdi: Orası güven ve huzur için de idi. Oraya her taraftan bolca rızık gelirdi. Fakat, Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler, bu yüzden yaptıklarına karşılık Allah onlara şiddetli açlık ve korku ızdırabını tattırdı.”
Şehirlerin, kendine özğü bir kimlikleri de vardır. ‘Antik dönem şehirlerimden Roma, Atina, hristiyanlara ait şehirlerden, Paris ve Viyana ve Müslümanlara ait şehirlerden Mekke, Medine ve İstanbul, ait oldukları kimliği temsil eden şehirlerin en önde gelenleridir.
Hayrın efdali ve kemâlin âlâsı- şehirden uzak topluluk merkezlerinden uzak topluluk merkezlerinde değil, şehirlerin, sınırları içerisinde elde edilir.
Şunu söyleyelim ki, hayır nasıl arzu ve iradeyle elde edilir. Dolayısıyla bir şehrin sınırları içinde ki yardımlaşmanın kötü amaçlara doğru yönelmesi de mümkündür. Fakat sakinlerin ancak saadete erişmek maksadıyla kurulan şehir de fazıl bir şehir olur.
Cahil şehir ise öyle bir şehirdir ki, halkı saadeti ne tanırlar ve ne de düşünürler. Kendilerine öğretilse bile ne onu kabul ederler ne de ona inanırlar. Onlar ancak sıhhat, servet, şehvet, serazad olmak, saygı ve itibar kazanmak gibi zevahire, hayatın gayesi nazariyle bakarlar. İşte, bu şeylerin her biri cahil şehir halkınca birer saadet sayılır. Onların en büyük saadetleri de bütün bu şeylerin bir arada toplanmasıdır.
Onlara göre, saadetin zıdları bedbahtlık, hastalık, fakirlik, lezzetlerden mahrum olmak, istediklerini yapmamak ve itibarsız kalmaktır. Bu şehir başka bir sürü başka şehirlere bölünür, zorunlu şehir, değişmiş şehir, şaşkın şehir.
Bu şehirlerin kralları fazıl şehir krallarının zıddı, idarecileri de fazıl şehir idarecilerinin zıddı sayılırlar, halkı da öyledir.
Medine’yi Münevvere şehri, imanın şehirli toplum üzerinde ki etkisi yönüyle İslam şehirlerine örnek bir şehir olmuştur.
Cuma namazının cemaatle kılınmasının gerekliliği ve bir çok ibadetin düzenli bir şekilde yerine getirilmesi zorunluluğu, yerleşik bir hayatı gerektirmiş ve şehirleşme nedenlerini hızlandırmıştır.
Bonaparte’in şehir anlayışını da şu şekilde verebiliriz:” Bonaparte Fransız Devrimi esnasında Triumvira’nın bir üyesi olarak bir deniz subayıdır. Triumvira’nın diğer iki ortağını kendisine ihanet edeceğinden ve daha sonra da halkın kendisine karşı ayaklanacagından korkuyor.
Onun için düşünüyor ve diyor ki:” Yuvarlak meydanlar yapar, bu meydanları iki taraflı altı katlı apartmanlarla birbirine bağlarsam, meydanlara yerleştireceğim topçu bataryaları, ayaklanacak halkı yahut bana ihanet edecek Triumvira güçlerini top ateşiyle ezerim.”
işte şehir bunun için kuruluyor. Bir kısmı dini, bir kısmı, sanai, bir kısmi da isyanı önlemek için kuruluyorlar.
Selam ve dua ile.....