Mehmet Kaçar

Türkiye'ye 'Başkanlık Sistemi Uyar!'

Mehmet Kaçar

 

Bu konuda hiç kalem oynatmak istemezdim amma, bir kardeşimle yapmış olduğumuz, politik sohbetimizden dolayı, bende kendi görüşümü yazmak istedim ve sizinle paylaşmayı uygun gördüm.

Milli Selamet Partisi, seçim bildirgelerinde, MHP programlarında, Anap programlarında hep başkanlık sistemi üzerinde kamu oyu oluşturmaya çalışılmıştır. Rahmetli Prof Dr. Necmettin Erbakan’ın özel sohbetlerinde de bu konuyu dinlemiştik. Başbakanlık siteminin Türkye Cumhuriyetine uygunluğundan bahsetmişti. Hatta, “bizim bin yıllık tarihimizde devletin başının tek olması ile şaha kalkmışızdır” demişti.

Geçen günler de, çok sevdiğim, dava adamı olduğundan zerre kadar şüphe etmediğim ve benden yaşca bir hayli küçük oldugu için kendi gençliğime benzettiğim kardeşime, “Ya hu! Rahmetli Hocam, başkanlık sistemi istiyordu, hatta bunu seçim bildirgelerine bile koymuştu.”Şimdi ne oldu da, bu kardeşlerimiz “başkanlık sistemine” karşı çıkıyorlar? diye sordum. Bir de şunu sormuştum! Rahmetli Özal’da aynı şekilde Milli Görüş gömleğini çıkardı denilerek her fırsatta eleştirilmişti. Şimdi de aynı söylemlere devam ediliyor dedim.

Gayet net ve samimi bir şekilde soruma yanıt verdi. Zaten ondan, dürüstlüğünden, İlminden, samimiyetinden, dava için cömertliğinden, saygı ve edebinden hiç şüphe duymadım. Allah’ım İnşaallah ona bol bol ecir ve hasenat verir.

“Hocam! bir, herkes aynı düşünmek zorunda değil. Fikirler mutlaka çeşitlilik arz edebilir. Bu insanlığın gereğidir.

İkincisi de bizim, sayın Cumhur Başkanımızdan asla zerre kadar bir şüphemiz yok. Şüphe duyduğumuz yer ise, yarın bir gün, yani ileriki yıllar da, bu memleketin başına, bize yani Müslümanlara uymayan biri seçilerek başa gelirse, bu ülkemiz için büyük bir felaket olur, onun için biz hayır tarafında yer alıyoruz dedi.” Kendince haklı olduğu bir yaklaşım tarzı ile konuya bir yorum getirdi.

Tabi ki bu konu şeri bir emirde değil ve farzı ayında olamaz. Çekincelerini ortaya herkes koyabilir. Bunda da bir sakınca olamaz ve yokta zaten. Herkesin, görüş ve düşüncelerine sonsuz saygım vardır ve onların da aynı şekilde saygılı olmasını beklemekte en doğal hakkımdır. Onlarım benim eksik ve hatalarımı kardeşim oldukları için eleştirmelerine de asla kızamayacağım gibi onların da hazımsız olmayıp kızmaması gerekmektedir.

Ben de, bir kaç meslekçi(ilahiyatçı) kardeşlerimizin yanında,hemen bu cevaba, hem soru hem de karşı cevap vermeye başladım. Biraz sonra, parti tüzüklerinden, Rahmetli Erbakan’ın, Türkeş’in, Yazıcıoglu’nun ve Özal’ın görüşlerinide vermeye çalışacağım.

Pek muhterem kardeşim! daha öncesini hiç anlatmayalım. Menderes’ten günümüze, Türkiye’nin çift başlı(Başbakan-Cumhurbaşkanı)döneminde ki politik durumlara bir bakalım. Demokrasi adı verdiğimiz, bu dönemde Menderes, Albaylar cuntası tarafından devrilip asıldı. 1980 de, Askeri Cunta tarafından, hükumet devrildi ve Politikanın liderleri bir bir içeri alındılar ve politik yasakla politika yapmaları yasaklandı.

Rahmetli Erbakan için tankları caddelere sürenler de yine Cuhurbaşkanı ve diğer Parti liderleri tarafından desteklenenlerdi. 28 Şubat post modern darbesi de yine Rahmetli Erbakan’ın siyasi görüşleri için yapılmıştır. Rahmetlin,n üç partisi kapatılmış, idamlarla yargılanmış bir liderdi. 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe girişiminde bulunanlar yine üniformalı hainlerdi. 15 Temmuz darbecilerinin hain başı, rahmetli Erbakan başbakanken “bırakıp gitsinler, yapamıyorlar, yönetemiyorlar” diyordu. Yine bu Pensilvan’ya papazı, Türkiye’nin inançlarına karşı olan “Ecevit’e şefaat ederim, Erbakan’a etmem” diyordu.Hatta çeksin gitsin, siyaseti bıraksın derken kendisi için tek tehlikeli rakip olarak hocamı görüyordu.

Bunlar ve daha fazlası, Cumhurbaşkanı ve Başbakanlı olan dual sistemde oluyordu.Hatta, Sezer, Ülkenin seçilmiş, kendisi gibi meclis tarafından atanmamış başbakanına, Anayasa kitapçığı fırlatarak ülkeyi batıran Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçmişti. Yine Cumhurbaşkanları, Ramazan ayında, Millet oruç tutarken, aleniyet içerisinde halkın gözleri önünde viskilerini yudumlamaktan hiç çekinmemişlerdi. Bunlardan korkmuyorsun da gelecekte olabilecek yani bir varsayım olabilecek ve geleceğin, hayır ve şer mi olabileceğini sadece Rabbimin bileceği bir durumdan korkuyorsun?” dedim.

Bakın şimdi AK Parti’ye düşmanca tavır alan ve yüreğimizi her hareketiyle sızlatan, bu partinin şimdi ki politikaları, PKK’lıların evlerine gidip başsağlığı dilemeleri, Numan Kurtulmuşun, partiden uzaklaştırılması için, sarhoşluğu ile övünen ve aleni içki içmelerini basına servis eden, Önder Sav’ın aklına başvurarak kendilerinin bir politikalarının olmadığını göstermeleri, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yine 28 Şubat’ın mucidleri ve vatanı bölmek isteyenlerle beraber aynı safta yer almaları, 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra, meydanlara çıkmamaları, 11 yaşından küçüklere camiler de bile Kur’an okumayı yasaklayanlarla beraber aynı yol haritasının içerisin de oldular. Daha fazlasını saymayayım. Bir Fatih Erbakan’ı bile Parti Başkanlığına layık görmeyenler veya çok görenlerin eşleri; Ak Partinin çözdüğü başörtüsü ile mahkemelerin salonlarına girebildiler. Yıllarca savunup durduğumuz, Kur’an ve baş örtüsü problemlerini kökten halleden bir Ak partiye düşman olurken, öbür parti görüşlerinin yanında ve destek verilmiş olunmuyor mu?

Bizler yıllaca, inandığımız dava, yani Kur’an dersleri, İslam ahlakı, baş örtüsü, İHL sorunları, kız erkek karma sınıfların kaldırılması, evrim teorilerinin ders kitaplarından çıkartılması, din ve diyanetimiz için koşturmadık mı? Bu gün hayır cephesinde bulunanların baş düşmanı olanlardan yanda taraf olunmuyor mu? Aslında ben b konu da hiç yazmayacaktım amma, bir yerde yüreğimizi yakıyor, bu kardeş kavgası diye yazayım istedim. İnşaallah, hayırlara vesile olur. Hatta yıllarca Avrupalarda, Avrupa birleşti, bizde birleşelim derken, diğer cemaatleri eleştirirken, sadece bizim partimizde birliktelik olsun demek ne kadar doğru oluyor acaba?

Kardeşlerimizin(Kur’an böyle buyuruyor, yoksa Saadetçi olmayan Müslüman kardeş olmuyor mu?) bu tutumları yıllarca bu dava için omuz omuza çalıştığımız kardeşlerimize karşı olan yürek ateşimizi bitirmek üzereler. Partinin tepesinde ki bir iki kişinin yanlış ve düşmanca politikası yüzünden Rahmetlinin mirası tamamen Türkiye tarihinden silinmek üzeredir.

Gelelim Parti tüzük ve görüşlerine; Milli Selamet Partisi, 1973 yılında ki seçim beyannamesinin birinci maddesin de “Başkanlık Sistemi getirilecektir” yazmışlardır ve kampanya bunun üzerine kurulmuştu. Bunun bir zaruret olduğunu ise, o günden sonra, Rahmetliyi siyasetten silmek için, Başbakanıyla, Cumhurbaşkanıyla saldırmalarından da anlayabiliriz.

1923 yılından sonra da başbakan vardı ama milli şef dönemine bir bakın bakalım. Bu gün başkanlığa karşı çıkan bir parti başkanlık yaparak, millete rağmen milleti yönetmişlerdir. Bu günkü partilerin başı hiç değişmediğine göre br çeşit başkanlık uygulanmıyor mu?

Merhum Alparsaln Türkeş’in “Dokuz Işık” idealiyle Milliyetçi Hareket Partisi’ni kurduğun da “Tarih ve Töremize uygun olarak başkanlık sistemini savunuyoruz. İcrayı Cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık olarak bölemeyiz.” yazmıştır.

CHP ise, Mustafa Kemal Parti Genel başkanı olarak Cumhurbaşkanıydı. Vefatından sonrasında daİsmet İnönü de Mustafa Kemal’den devir aldığı sistemi 1950 yılına kadar devam ettirdi. 1950 yılı seçimlerini kaybedince de, Celal Bayar’la sistemi değiştirmek için anlaştı. Bu anlaşmaya göre de Cumhurbaşkanlığı, parti başkanlığından ayrıldı. Anlayacağınız o günkü anlaşmaya göre, Celal Bayar, DP’nin tepeside, CHP’nin garantörü oluverdi. O döneme kadar başvekillik vardı.

1960 dan sonrasın da ise, hiç bir Cumhurbaşkanı ve Başbakan uyum içerisinde çalışamadı. Öyle ki, Çankaya noteri, Çankaya şişmanı, sen kimsin, meclis gönderir sen onaylarsın gibi restleşmeleri de tarih sayfaların da bulabiliriz. En son, kırmızı ışıkta durup ta, oruçta Müslüman halkın önününde viski içen ve hiç bir şehit cenazesine katılmayan Cumhurbaşkanı Başbakan, şehit cenazelerine alınmayan baş örtülü eş ve annelere, yine şopen marşlarıyla defnedilirken, anayasa kitapçığı fırlatıp ülkeyi bir gecede iflas ettiren de başbakanlar ve Cumhurbaşkanlarıdır. Bize düşen, bu tarihi iyi irdeleyip, başkanlığın desteklenmesi tarafında yer almaktır. Bu günkü konjüktür de zaten referandum da kesinleşecek gibi.

Çünkü Cumhurbaşkanını seçecek olan yine halktır.Halka kendisini iyi anlatabilenler ve halka halkın duyguları için de yaklaştığın da bir sıkıntı olacağını da tahmin etmiyorum. Görelim bakalım başkanlık ne getirip ne götürecek?

Selam ve Dua ile.....

Yazarın Diğer Yazıları