
TÜRKİYE'DE TERÖRÖÜN KAYNAĞI!..
Mehmet Kaçar
Türkiye Cumhuriyeti, terörle 1970’li yıllarda tanıştırıldı. Üniversitelerde körüklenen, terör, anarşi ve kaos, 1975 li yıllarda Liselere taşındı ve 1980 Askeri Darbesiyle sonlandırıldı. Bu darbeden 5 bin genç idam edilerek cezalandırıldı. Darbeci başı ise:”Bir sağan bir soldan idam ettik ve adaletimizi sağladık” diyordu.
1970’li yıllarda Terörü Türkiye ile tanıştıran üst akıl, ASALA terör örgütü ile Türkiye’nin Büyük Elçilik çalışanlarına karşı terör eylemleri düzenliyor, hiç kimse de bunu önleyemiyordu. Daha sonra ASALA görevini bitirince de 1985 yılın da terörü Türkiye Sınırları içerisine taşımak için PKK’yı kurdurdular. PKK’nın bir ayağında ermeni asıllılar görev yapıyordu. Bunlar Kürtler adına kürtleri öldürüyorlardı.
Yıllardır, Türkiye terör, anarşi ve kaos ortamlarıyla mücadele etti durdu. Mücadelemizi de sadece Türkiye içerisinde değil, yedi düvele karşı savaşını vermiş ve neticede onları dize getirmiş, yedi denizde ve üç kıta da hüküm sürmüş bir orduya sahip devlet geleneği olan, bu orduyu oluşturan bir ulusun askeri ve inzibat kuvvetleri ile yapmayı sürdürmekteyiz. Yani anlayacağınız teröre karşı oldukça şerbetli bir milletiz. Ne yazık ki, hâlen terör konusunda sükûna eren ve milletimizi huzur veren net bir sonuca hâlâ ulaşabilmiş de değiliz.
Bunun tabi ki bir çok nedenleri var.Her şeyden önce bu mücadeleyi canları pahasına üstlenen güvenlik güçlerimizin bir eksiğinden veya bir yanlışından mı kaynaklandığını asla aklımızın ucundan bile geçirmemekteyiz. Çünkü onlar, din için vatan için, canlarını, mallarını ve ailelerini dahi hiç sayarak teröristlerin her şartta tepelerine binmektedirler. Bu sebeple de hadiseye güvenlik güçlerimiz adına baktığımız da onlardan kaynaklanmadığını ve bir ihmallerinin olmadığını görmekteyiz. Her daim onlara güvenimiz sonsuz ve dualarımızda yer almaktadırlar.
Çünkü bu konu ile ilgili, görevi bizzat üstlenen görevlilerde böyle bir eksiklik ve konuyu hafife almak gibi bir davranışı özellikle 15 Temmuz 2016 hain Fetö kalkışmasından sonra ordudan ihraç edilen hainlerden sonra asla görmemekteyiz. Eğer böyle bir lakayıtlık olmuş olsa idi her şeyden önce kendilerinin de zarar göreceği belli olan bir meselede ihmal ve teseyyüb yapmak bir insanın en son aklına gelebilecek çok zayıf bir ihtimaldir.
Hâ bu arada istihbarat görevini üstlenen istihbarat görevlilerimiz de aynı hesap ve dikkat içinde olduklarını sezebiliyoruz. Onlarda azami dikkati zaten gösteriyorlar.
Diğer bir başlık olarak da bu mücadeleyi sürdüren güvenlik güçlerimizin ellerinde bulunan mücadele araçlarının yeterli olup olmadığı konusu aklımıza gelmektedir. Çünkü bu konuda bütün araç ve gereçlerin dışarıdan temin edildiği günler tamamen geride kalmak üzere diyebiliriz. Her ne kadar bazı mücadele araç ve gereçlerinin ikmali dışarıdan temin ediliyor olsa da pek çoğunun ülkemizde yerli imkanlarla üretildiğini de çok iyi biliyoruz.
Bu durumda başarısızlığımızın başka bir sebebi veya sebepleri olmalıdır. Asıl doğru olan da budur. Hem de bu tek bir sebep değil, bir kaç veya bir çok sebeptir.
Bana göre bunun sebeplerinin başında herkesi, her ulusu ve devleti, düşmanımız da olsa, müttefikimiz de olsa, kendileriyle yapmış olduğumuz bir sürü anlaşmanın kurallarına devamlı olarak uyacaklarını peşinen kabul etmemiz ve onlara güven beslememizdir. Oysa onlar her platforumda bizi arkadan hançerlemişler ve ihanet etmişlerdir. Bu kabule göre de hareket etmek ise bizi daima yanılgıya düşürmüş ve hep umutlarımızın kırılmasına sebep olmuştur. Müttefikler bize hep hayal kırıklığı vermişlerdir.
Geçmişten günümüze gelecek şekilde diğer devletlere yaptığımız, genel nitelikli anlaşma ve sözleşmelere bir baktığımız da durum kendisini apaçık göstermektedir.
Kore savaşları bunun en açık ve net örneklerinden birisidir. memleketimizden çok uzaklarda olan bu diyara en çok asker gönderenlerden biriyiz. Niçin? Çünkü Birleşmiş Milletlerin ortak üyesiyiz ve en çok asker besleyen ülkelerin başında gelmekteyiz ve ortak anlaşmaya imza atmış bir devletiz.
Buna rağmen bizi daha sonraki yıllarda oluşturulan Avrupa Birliğine hâlen girememiş olmamız dostumuz gibi görünen ülkelerinin samimiyetsizliğini göstermektedir.
Nato üyesi olmamıza rağmen hiç bir zaman zor günlerimizde bizim yanımızda Nato olarak veya onun bir üyesi olarak yer almayışları da gözümün önüne canlı olarak durmaktadır.
Konuyu genelleyecek olursak, biz imza attığımız her anlaşmanın sadık bir üyesi olarak, sözümüzde hep hep durduk ve üzerimize düşen görevi, hiç aksatmadan yerine getirdik. Şüphesiz bu bizim dinimizin bize öğrettiği dürüstlüğün bir eseridir.
Müslümanın, Müslüman olmayana da vermiş olduğu sözü tutması gerekir ama söylenen her söze, konuyu araştırmadan, inanması ve ona bağlaması da kendisinden beklenen bir davranış değildir.
Şüphesiz konu ile ilgili başka sebepleri de vardır tabi. Bunları da daha çok tarihçilere bırakalım isterseniz.
Selametle!...