Mehmet Kaçar

Türkiye Özyönetim Adı Altında Eyaletlere Bölünmek İstendi

Mehmet Kaçar

Bir devletin veya milletin, milli sınırları içerisinde güvenlik ve huzur içerisinde yaşaması, refah seviyesini yükseltmesi en baştaki hedefidir. Bunun bir kurumsal değer olarak edinilmesi ise en baştaki görevidir. Her devlet kendine göre kurumsal değerler edinir ve bu değerlere bağlı kalarak gelişmeye gayret ederler. Bu değerler her devletin en önemli amaçları arasında yer alır.
Devletlerin kendilerine edinmiş oldukları, birlik, beraberlik içerisinde maddi kalkınma değerlerini aynı zamanda tarihin değerlerinden dersler çıkarmak suretiyle sağlamlaştırabilirler. Çünkü tarih sahnesinde bu değerler için çok büyük maliyetler ödenmiş ve ödenmeye de deva edilmektedir. Bu açıdan baktığımızda birlikteliğin, barışın ve kardeşliğin zirve yaptığı Osmanlı İmparatorluğu ise bizim için çok önemli bir övünç kaynağıdır. Beğendiğimiz ve beğenmediğimiz geçmişimiz ve dünyanın üç büyük imparatorluğundan biridir. Tüm bu iyi yönlerine rağmen bazen Osmanlı devlet düzenini iyi analiz edemediğimizi de belirtmeliyim.
Bizim bildiğimiz kadarıyla Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında dünya sahnesine doğdu. 1600 yılına kadar “büyüdü, yükseldi, genişledi ve refahını yükseltti”.Genişleyerek üç kıta ve yedi iklime hüküm sürerken barış temelli bir değer ortaya koydu.
Osmanlı İmparatorluğu, dünya üzerinde kurulmuş en geniş ve güçlü üç imparatorluktan biri olarak kabul edilir. Kafkasya, Orta doğu, Afrika’da Osmanlı yönetiminde veya etkisi altında bulunan coğrafyalarda, Osmanlı yıkıldıktan sonra 60 ın üzerinde devletler ve devletçikler kuruldu. Bu geniş coğrafya da muazzam bir etki bırakan Osmanlı İmparatorluğunu bugün seven de nefret eden de vardır.Osmanlının hayaleti Türkiye Cumhuriyetinin üzerinde hep dolaşacaktır. O muhteşem İmparatorluk 1600-1700 yıllarında duraklama devrine geçti. Duraklama devrinde olmasına rağmen Osmanlıya o dönemde çok acılar yaşattılar. Bu devirde başlayan huzursuzluk ve güvensizlik ta günümüze kadar devam edip gelmektedir.Bugün güneydoğu problemlerimizin kaynağında da o dönem yatmaktadır.
O dönemde genç Osman adıyla bilinen 2. Osman katledilip huzur bozularak güven sarsıldı. Dünyanın en güçlü devleti kendi padişahını katlediyordu. Böylece ilk defa İslam coğrafyasında ilk kez üst akla dayanan bir kirli-derin statüko grubunu ortaya çıkardı. O günden bu güne bu grup devam edip gelmektedir. Padişahın bile canını koruyamadığı bir süreci böylece başlatmış oldular. Padişahlardan 4. Murat ve Köprülüler ismiyle nam salan “Güç sahibi vezirler” dönemini saymazsak, 1600 -1700 yılları arasında Osmanlı ve bu güne uzanan Türkiye Cumhuriyeti, çok ağır travmalarla karşı karşıya kaldığı, bunaldığı bir dönemi yaşamaya devam ediyoruz. Genç Osman’ın katlettirilmesi, padişahların birer birer tahttan devrilmesi girişimlerinin artması, mesela Sultan İbrahim’in boğdurulması, “valide sultanların” Osmanlıda etkisinin yükseltilmesi ve valide sultanların genelde azınlık halklarından olması, viyana kuşatmalarının başarısız olması, Celali isyanları gibi iç isyanların artışı ve İran şahlarının (haşhaşilerin osmanlıya arkadan ) saldırmaları, Osmanlıyı bir hayli yıpratıp gücünü zayıflatmıştı. Bugün de aynı taktiklerle güneydoğuda bölünmüş devletler kurma peşinde devam eden saldırıları, ermenşler, iranlılar ve abd ile batı yönetmektedir.
Osmanlıyı fatih, Yavuz, Kanuni veya 2. Abdülhamit’ten ibaret saymak tarih açısından büyük bir yanılgı olur. Nitekim 1699’dan 1922 ye kadar Osmanlı İmparatorluğu deyim yerindeyse tam bir can derdine düşmüştür. Kendi tabaasının güvenliğini sağlamak ve “mevcut coğrafyasını” koruyabilmek için savaşmıştır. Neredeyse bu savaşlar 200 yılı Ruslara karşı yapılmıştır. Purut savaşı ve 93 harbi arasında Rusyayla olan savaşlarda, çok büyük kayıplar verilmiştir. Bu savaşlar devam ederken Osmanlının eyalet/ bölge yöneticileri de isyan başlatmışlardır. Bu gün de aynı taktik le öz yönetim veya eyalet yönetimi diyerek sorunlu bölgeyi ülkemizden ayırmak peşindedirler.
1789 Kiliseye karşı yapılan Fransız Devrimi ile birlikte Osmanlı İmparatorluğunda da bir devrim gerçekleşmiştir. Osmanlının yeni Padişahı 3. Selim “eski yönetim referansları ve kurumları” ile Batılı Devletlerle özellikle de İngilizlerle baş edemeyeceğini sezmiştir. Batılıların baskılarına boyun eğmek ve yeni kurumları batı tarzında oluşturmak için harekete geçmiştir. Sulatan 3. Selim tahta çıkınca geçmişten gelen düzenle devletin yönetilemeyeceğini görmüş ve İngilizlerin oyunlarını, baskılarını kabul etmiştir. Batılıların baskısıyla devrimler yapmaya çalışmasının bedelini ise canıyla ödemiştir. Yeniçeriler 3. Selimin kurduğu yeni ordu sekbanı cedidin Napolyon’u Akka’da yenmesinden rahatsız olmuşlar ve 3. Selimi 1808 yılında katletmişlerdir.
3. Selim’in katlinden sonra Osmanlı için, Eyalet yönetimleri tam bir kabusa dönüşmüştür. Eyalet sistemi veya bölge yönetimi, bugünkü adıyla öz yönetim Osmanlının yıkılmasında bir yangın yeri görevini ifa ediyordu. Hem Orta Doğu’da hem de Balkanlarda eyalet beyleri veya valiler arkalarına aldıkları batılıların desteğiyle Osmanlıya sürekli baş kaldırmaya başlamışlardır. Bu “Eyalet Yöneticileri” Osmanlının yıkılışında batılılarla işbirliği yapıp çok önemli bir rol oynamışlardır.Ruslardan, Sırplardan, Rumlardan ve diğer unsurlardan daha fazla Osmanlıya darbe vurmuşlardır. Bu günde aynı oyunlar Güneydoğuda oynanmaya devam edilmektedir. Burada şunu belirtelim ki, Osmanlının Eyalet sistemi son dönemlerde Osmanlının yıkılmasında baş belası olmuştur. Şimdi Güney doğuda aynı akıbeti yaşamayalım. Çünkü PKK komünist Marksist teşkilat, öz yönetim diyerek güneydoğuyu, batılılardan aldığı destekle bölmek ve büyük siyonist devlete peşkeş çekmek istemektedirler.

 

Yazarın Diğer Yazıları