Mehmet Kaçar

Terör-Fetva- Çözüm

Mehmet Kaçar

Fıkıh İlminde, bir fetva geleneği ve literatürü vardır. Bu gelenekte “Müftü kimdir?” “Şeyhül İslam kimdir?” sorusuna cevap vererek başlanmalı. “Osmanlılarda fetvanın makamında “Şeyhül İslam” Türkiye Cumhuriyetinde ise “Müftü”, dini meselelerde fetva vermesi için kendisine izin verilen Müslüman Alim için kullanılan bir manevi unvanın adıdır.

Müftü, önüne getirilen herhangi bir dini problem karşısında fetva verirken, meseleyi yeniden şeri, akli, örfi, delillerle tahlil ederek ve o günkü tüm sorunların dini boyutta çözümünü dikkate alarak fetva verir. Sadece takliden değil. Bir düşünce meselesi mantığı ile hareket eder. Daha önceden verilmiş bir fetvayı taklit ederek fetva vermez. Yani müftü müstakil bir görüş sahibi olma kudretine sahip, ilmi bir kişiliği olan kişidir. İslam inancına göre de müftü beyan görevini ve tebliğ görevini eda konusunda da peygamberin vekili olma şerefine sahip olan kişidir.

Müftü, Allah adına, İslami Problemi çözüp, altına da kendi ıslak imzasını atabilen kimsedir. Eğer fetva verirken kendi soyut kuruntuları ile hareket ederse yada nefsani duyguları ile hareket ederse, Allah (cc) ın ayetlerini , Rasulullah(sav)ın hadisi şeriflerini ve sünnetini bir tarafa bırakıp sadece o günkü heva ve hevesiyle hareket ederse, sadece zannı galip ile hareket ederse, o müftü için ekstra bir günah olur. Onun bu türden bir davranışı başlı başına haram olur. Bundan sonra vereceği her fetva da zaten haram olur. Onun sözü Allaha ve Rasulüne de atılmış bir iftira olur.
Böyle bir müftü, fetva verdiği bütün insanların da günahını yüklenmiş olur.
İşte, İslam fıkhında ki müftü tanımı bu literatür içindedir. Bu tanımı okuyan bir kimse hiç bir zaman ben şöyle bir müftü ola bilir mi?
Bence asla olamaz yani müftü olayım demez.
Nasıl bir alim olmalı ki fetva verebilmeli!..
İslam dinin bilge geleneğinde bilgiyi şu üç kelime ile ifade etmek mümkündür. Bunlar:
a-İlim, b-Hikmet, c-Marifet.
Bu üç temel kelimeyi birbirinden çok ayırırsan, ehil olmayan, fetva yetkisi olmayan ve haramla iştigal eden bir müftü konumuna düşersin. Bir fetvayı verebilmek için, bu üçlüyü beraber çok iyi kullanmak gerekiyor.

Bunu şöyle açıklayabiliriz:
“Kalbin semasına doğan ilk ışık hikmet yıldızlarıdır. Sonrası ise ilim ayıdır. Bundan sonra da marifet güneşi gelir. Hikmet yıldızının ışığında siz eşyanın hakikatini müşahade edebilirsiniz. İlim ayının ışığında da mana alemini müşahade edebilirsiniz. Marifet güneşinin ışığında da siz Hz. Mevlâ’yı müşahade edersiniz”
Bu tam tamına müthiş bir söz değil mi! İşte biz on sekizinci asırdan sonra bu yaklaşım tarzını kaybettik. Bazen yalnız ilimde boğulduk, bazen yalnızca hikmete daldık, bazende sadece marifetullahla yolumuzu bulmaya çalıştık.
Normalde hikmet olmayan hüküm yoktur. Hikmet olmayan bir hükmün bilgisi bizi marifete taşımaz.
Kendimizi de, müşahade edip tanıyamıyoruz. Bu durum da Mevlayı da tanımakta zorlanıyoruz. Mevlayı tanımakta zorluk çektiğimiz için de, mevlanın isimlerini zikrede zikrede bir birimizin katline cevaz veriyoruz. Bu yanlıştan dönmek için ilim-hikmet-marifet üçlü formülü çok önem arz ediyor.
Bizim ilim tarihimiz, bilgiyi, ilmi, dini ve dini olmayan diye ayırdığı için büyük bir yara aldı. Oysaki İslam Bilmi bilgiyi İslami ya da İslami olmayan diye ayırmamıştır.
İslam da ilim tasnifi şöyle olmuştur.Faydalı(yararlı) ve şerli(zararlı) diye ayırmıştır. Tefsir, Fıkıh, Akaid, ne kadar islami bir ilimse, matematik, biyoloji,fizik, kimya da o kadar islami bir bilimdir.

Çünkü biz tefsirle Allah’ın Kurandaki kanunlarını, Fıkıhta ise ibadet şekillerini ve diğerlerini. Matematikle de tekvini, kitaptaki kanunları, alemdeki yasaları öğreniyoruz. Biyoloji de ise İnsanı(anatomiyi) okumaya başlıyoruz.
İslam Dininin, 18. asır dan sonra yapmaya çalıştığı bu tasnif, İslamın ruhuna, Kuranın içeriğine tamamen ters düşmüştür.
Bu islam da ciddi bir kırılma noktası olmuş ve deprem etkisi yapmıştır.
İmam-Hatip Okullarının Pakistan ve Afganistan medreselerinden farklı bir yapı olarak bizi koruması, hüküm ile hikmet bilgisini birlikte vermesi bilgiyi dini ve dini olmayan şeklinde ayırmadan fıkıh ile felsefeyi, Kuranla fiziği, kimyayı, fıkıhla matematiği beraber çocuklarımıza vermemiz nedeniyle dir.
İslam ilmi, tekke ve medrese ayırımından da çok zarar gördü. Tekke, medresede elde edilen bütün ilimleri “Kışır” yani “Kabuk” olarak niteleyip ret etti. Medrese de, tekke de elde edilenleri cehalet olarak gördü. Oysa bunlar birbirini tamamlayan ilmi müesseselerdi. Bu ayrışımlar, bu günkü sorunları doğurdu.
Kısacası; doğru fetva verebilmek için sadece bilgi yetmiyor. Bilgi, hikmet, marifet ve yaşanan zaman dilimindeki örf, adet ve geleneklere de vakıf olmak gerekiyor. Bu vasıflarda olamayan müftüler ise terör için fetva verebiliyor. Sıkıntı da bura da zaten...
Selam ve dua ile.

Yazarın Diğer Yazıları