
Tarikatların varlığı!
Mehmet Kaçar
Türkiye’de tarikatların varlığı kuruldukları günden beri hep tartışıla gelmiştir.
Son günlerde de bazı etkili ve yetkili kişiler, yazılı ve görsel medya aracılığı ile tarikatlara aba altından sopa göstermeye devam ediyorlar.
Bizim gözlemlerimize göre, bazı tarikatlar, inanç ve amel konularında dışarıdan etkilendikleri için büyük yanlışlar içerisindeler. Hatta yanlış kavramını aşıp, ihanete varan darbe girişimlerine başvuruyorlar. Akşam dediklerini sabah inkâr edenler var.
Politik oyunlara göre yön değiştirenler var. Tarikatlara verilen para ve imkânlara göre fırıldaklaşanlar var.
Fuhşiyata varan “ayinler” icra edenler var. Batıl hikâyelerle ruhbanlaşanlar var. Kendilerini mehdi ilân edip her şeyin kendilerine caiz olduğunu ve bu yolla her çeşit günahı kendileri için kaldırdıklarını ilân edenler var.
Kendilerini mehdi ilân ederlerken başkalarını “deccal” diye yaftalayanlar var.
Bünyesindeki müritlerin (öğrencilerin) genç beyinlerini ifsat edenler var. Cübbe giyip, sarık takıp gçz boyayanlar var.
Haramları meşrulaştırmaya çalışanlar var. Ve bunun gibi büyük yanlışlar yapan tarikat, şeyh ve müritler var.
Hem de batıl hikâyeleri din diye anlatan çok fazla tarikatçı var bugün.
Burada şunu hatırlatmakta büyük fayda vardır.
Bütün bu yanlışlar içerisinde bulunan tarikatlara bakıp da toptan hepsine düşman olmak ve köklerini kazımaktan dem vurmak, bunların yaptıkları yanlışlardan daha kötü bir yanlış olur.
Çok eskilere gitmeye gerek yoktur. Osmanlı’nın kuruluş asrında, halkı aydınlatan “Anadolu Erenleri” dediğimiz muhterem zatlar; başta Mevlana, Tapduk Emre, Yunus Emre, Geyikli Baba, Muhyiddini Arabi, Ahi Evran, Hacı Bektaş-ı Veli, Şeyh Edebali, Dursun Fakih gibi, her şehirde sohbet halkaları kurup devrine birer lamba olup, aydınlatan kişiler birer tarikat şeyhi ve mensubu değiller miydi? Osmanlı bu hazırlanan tarlada kurulma imkânı bulmamış mıydı?
Osmanlı’nın kazandığı muazzam zaferlerde tarikatların rolleri unutulabilir mi? Emir Sultan’ı, Akşemseddin hazretlerini, Azizi Mahmud Hudâ’yi, Şeyh Şamiş’i unutmak ve yok saymak mümkün mü? Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında ki tarikatların rollerini unutmak tarihe ihanet değimlidir?
Kuvay-ı Milliye’ye silah, cephane ve eleman kazandırmak için kelle koltuğunda yıllarca canhıraş çalışan tarikatları yok sayabilir miyiz?
İstiklal Marşımız nerede yazılmıştır? Bunu bilmiyor olabilir miyiz? Kurtuluş savaşı sırasında içerden ve dışarıdan maddi, manevi ve moral destek veren şeyh efendileri ve bunlarla Mustafa Kemal Paşa’nın münasebetlerini kim yok sayabilir?
Şunu unutmayalım ki, günümüzde tarikatlar ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan birincisi mensuplarını ıslah etmek, İslam’a er yapmak için çalışırlar. Kapatılmasını istedikleri tarikatlar işte bunlardır.
Diğer gruba girenler ise; CİA, Mossad tarafından kurulan tarikatlardır. Bunlarda İslam ülkelerinin ifsad edilmesi ve inanç bozukluğu için çalışırlar. Müslümanların birlik beraberliğinin önündeki en büyük engellerden biridirler.
İslam ülkelerinde bugün bu iki kuruluğun şeyh kılığında yerleştirdiği binlerce ajanı mevcuttur. Mesela Müslümanların parçalanmasını en büyük müsebbibi Lawrence bunların en başında gelmektedir. Bunlardan birine bağlanmak istiyorsan eğer, Ehl-i Sünnete uyup uymadığına bakacaksın. Çünkü bu yolun dışındakiler ifsatçı tarikatlardır.
Eğer şeyh efendi sizin siyasete bulaşmamanızı bir köşede sadece zikir ve ibadetle uğraşmanızı Sizi, namaz kılarken zekât verirken, oruç tutarken, zikir çekerken, nefis terbiyesi yaparken, hayra davet, iyiliği emir, kötülükten sakındırma görevini size veriyorsa -ki bu aynı zamanda bir cihattır- hemen onlara tabi olmak lazım gelir. Çünkü onlar ıslah için çalışıyorlardır.
Burada şunu belirtmekte fayda mülahaza etmekteyim. Geçmişte olduğu gibi tarikatlar bugünde ikiye ayrılıyorlar. Birinci türün yaşamasına, ıslah çalışmalarını yapmalarına destek vermeliyiz. Ama ikinci türün Fetullah, Oktar vb. ifsat çalışmalarına engel olmayı, hukuki ve meşru yollarla bunların kökünün kazınmasına yardımcı olmayı bir görev bilmeliyiz. Selâmetle!