Mehmet Kaçar

SURİYE'LİLER ÜZERİNDEN BİR ANEKTOT(BATILILAR VE DOĞULULAR)

Mehmet Kaçar

Ülkemize son yıllarda Suriye’de devam eden savaş nedeniyle, mülteci akınına uğryan bir ülke konumunda.

Bu ülke tarihi boyunca devamlı mülteci kabul eden ve belki de dünya da bu konuda ilk sırada yer alan bir ülke. Milletimiz, Selçuklulardan, Osmanlılardan bu yana Müslim ve Gayrimüslim ayırmadan mültecilere sahip çıkıp, ev sahipliği ve misafirperverlik örneğini en yüksek düzeyde gösteren bir ülke. Devletlerimiz gerekli önlemleri almışlar ve en iyi derecede ağırlanmışlardır mülteciler.

Benim bilebildiklerimi burada kayda geçmek istiyorum. Komünist Rusya, Afganistanı işgal edince, Afganlı mültecilere kucak açtık. Onlara köy verip yerleşmelerini sağladık. Rusya(SSCB) birliği dağılınca, haliyle bizim ülkemiz yine sınır komşusu olması hasebiyle, o zamanlar ine mültecilerin akınına uğrayan bir ülke oldu.

Herkesin çok iyi bildiği bir gerçek vardır ki, o zamanlar gerek ticaret amaçlı bu ülkeye gelsin veya gerek mülteci olarak gelsinler, doğu bloğundan gelenlerin adına “nataşa” ismi verilmişti.Yani hepsi potansiyel hayat kadını muamelesi görüyordu bu ülkede. Ve hapsi ile alay edilir bu durum sergileniyordu. Alaycı bir gözle bakılarak netice de “nataşa” değilmi deniliyordu.

Bir de bu ülkeye gelen batılı turistler vardı. Bunlar özel organizasyonlarla davet ediliyor, her türlü rahatlıkları sağlanıyor, ne isterlerse hemen yerine getiriliyordu. Eh nede olsa turist bacasız fabrika idi. Batılı turistler çalışmıyor, geziyor ve gidiyorlardı. Batılı turistlerin kesinlikle dokunulmazlıkları vardı. Onlarla asla alay edilmiyor, küçük düşürülmüyor, alaycı gözlerle bakılmıyordu.

Bu günlerde de Suriye’li mülteci kardeşlerimiz bu ülkede yaşam mücadelesi vermeye çalışıyorlar. Onlara da alaycı gözlerle ve küçük gören bir mantıkla bakılıyor, potansiyel suçlu olarak görülüyorlar.

Uzun süre yurt dışında yaşama zorunluluğum oldu. Yaşadığım ülkenin başkentin de, Türklerin kurdukları pek çok dernek ve iş yerleri vardır. Burada çalışanlar, ya Türkiye’den gelenler ya da diğer İslam ülkesinden gelenlerden oluşmaktadır. Çoğu lisan bilmiyor ve kaçak olarak yaşamaya çalışıyorlardı bu iş yerlerinde hem de 12-13 saat.

Bu kadar çalıştırılmanın karşılığında ise 10 dolar ya da 15 dolar alıyorlar. Bu normalin çok altında bir ücret tabi ki. Bu paranın edebileceği sadece bir paket malboro sigarası dır. Bu çalışanların sigortası yok, aile yardımı yok ve bu iş yerlerinde tuvalete kadar temizliğini dahi yapıyorlar çünkü başka çareleri de yok.

Almanlar bunu yapmıyorlardı. Bu kaçak işçileri çalıştırmıyorlar idi. Kısacası “kul hakkını” Almanlar biliyor, Müslümanlar bilmiyorlardı. Adamın zor durumundan fırsat çıkarmaya bakıyorlardı.

Bir Almanın yanında iş yaparsan işini yaptığın sürece sana insan haklarından başka bir muamele yapmıyordu. Hoş yabancı birini çok zor çalıştırıyorlar özellikle de Türkleri iş yerine almak istemiyorlardı.

Bir Alman için senin orada verimli olman çok önemlidir. Verimsiz olman ise asal af edilemez. Devletin memuru, polisi, postacısı son yıllar da özellikle Türk uyrukluları Almanya da istemediklerini açık bir dille söylemeye başlamışlardır. Türkiye aleyhine hainlik yapanlar ise baş tacı edilmişlerdir.

O batılı ülkesinde ve şehrinde, Asyalı, orta doğulu, kimliği Müslüman olan pek çok kardeşimi tanıdım. Hepsinin kafasında “Avrupalılar kafir” onları nasıl soyarsan soy haklısındır anlayışı hakimdir. Ellerinden gelse batılı kadınların hepsini cariye yapıp evlerine kapatacaklardı.

İllegal işler, beyaz kadın ticareti, uyuşturucu ticareti, gasp-darp hepsi orta doğulu ve Asyalı Müslümanların ellerindeydi. Bunlara devlet iş verse de işe gitmiyorlar, işe gidenlere de akılsız gözüyle bakıyorlardı.

Bir başka yanlış algı da “kafire asla hizmet edilmez” ancak o kandırılır ve sömürülürdü. Çünkü onlar yıllardır kendi ülkelerini soyup soğana çevirmiş ülkelerdi.

İş yerlerinde çalışanlar ise, yalan yere aldıkları raporlarla ya da orucu bahane ederek aldıkları raporlarla, bunun da ötesinde taksi şöförlüğü yaparken 12 saat çalışıp 4 saat çalıştı göstererek bir de o ülke devletinden işsizlik yardımı alarak haksız kazanç sağlıyorlardı. Bir de bununla hac ibadeti yapıyorlardı.

Bu dolandırıcılık fikri her ortam da anlatılarak, diğerlerine akıl veriyordu. Taksi şirketlerinde çalışanlar, günlük iki saat resmi çalışma gösteriyorlar, sonrasında da sosyal amt yardım kuruluşundan yardım alıyorlar bu yardım paraları ile de cami, mescid ve tekke kuruyorlar hatta hacca gidip geliyorlar, pek çoğunun Türkiye’de 4-5 kat ve çite daireli evleri , arsaları ve dükkanları bulunmaktadır.

Sosyal Amt’ı sahte evraklarla dolandırmaya devam ediyorlardı. Kimliği, uyruğu, ideolojisi, fikri ne olursa olsun bu konu da hemen birleşiveriyorlar dı. Yani kafiri dolandırmak caizdir.

Bir Almana sen de Türklerin yaptığı yapsana desen “Ben ülkemi seviyorum, sistemimize zarar veremem, Zarar vermediğim sürece de o devlette rahat ederim ve bana iş verebilir.” diyorlardı. İş verenleri vergilerini tam ödemeye çok gayret ediyorlardı.

Asyalı ve Orta Doğuluların bir başka özellikleri de hava atmaktı. Sosyal kurumlardan dilenerek geçinmelerine rağmen, ciplere binmek, kaliteli arabalara binmek, dilenerek zengin görünebilmek idi.

Avrupalı vali, milletvekili, belediye başkanının makamı dışında yaşantısı sıradan insanlardan çok farklı değildir. Sokakta beraber yürüyebilirisin ki ben Herr Sröderle böyle bir an yakalasdım. Beraber AVM’den alışveriş yapabilirsin, kimse milletvekili, vali korumasından dayak yemiyordu. Sabah akşam, din diyanet diyen insanlar, kafirleri kandırmaktan başka bir iş de de yoklardı.

Oysa şimdiye kadar milletvekili olmalıydılar, hakim olmalıydılar, partileri olmalıydı. 50- 60 seneyi devirmelerine rağmen hala azınlık haklarını bile kazanamamış durumdalar.

Selametle.....

 

Yazarın Diğer Yazıları