Mehmet Kaçar

Soysuzlaşmak Ve Neticesinde De Yozlaşmak

Mehmet Kaçar

Bir türün, daha az yetkin bir duruma gelmeye, bozulmaya, dağılmaya yol açacak biçimde değişmesi… Yaşama biçimi ve görevlerinde gerileme ve yozlaşma…

Doğal gelişme yeteneğinin yitirilmesi…

Bir organizma veya bir organın, soyun doğal gelişmesini durduracak biçimde bozulması…

Soyunun üstün değer ve niteliğini kaybetmek…

Hastalık nedenleri açıkça travmatik ve bulaşıcı olmayan her patalojik gösteri… (Sigmund Freud) Evrende, Dünya’da, Toplumda, Topluluklarda, Milletlerde, genel kabul gören milli değerler vardır ki, toplumlar, milletler, aileler ve kişiler de bunun üzerine inşa ederler toplumsal ve kişisel hayatlarını. Herakleitos (M.Ö 535-475) doğada, evrende, “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” deyişinin üzerinden binlerce yıl geçmiş olsa da, her gün her alanda milyonlarca gelişim ve dönüşüm yaşanmıştır.

 Zaman, zemin, ihtiyaçlar ve günün koşulları her şeyi etkiler ve belirler. İnsanlar, doğa ve evrende ki gelişen ve olacak olan değişim ve dönüşümlerin hep iyiden ve güzelden yana olacağını düşünmeleri insanlar açısından pek saf dillik olur. Bazen iyi niyet ile de olsa, öyle değişimler ve dönüşümler olur ki, insan bu duruma şaşar kalır. Hatta bu durumu şahit olanların bazen dudakları bile uçuklar. Bu durum karşısında yapılabilecek hiçbir şey yoktur. İşte yozlaşma ve soysuzlaşma bu değişim ve dönüşümün, bir diğer adıyla da taklidin bir türüdür.

Sözlüklerde yozlaşmak şöyle açıklamışlardır: Doğasında, soyunda bulunan iyi niteliklerinş sonradan yitirmek, soysuzlaşmak…

Huyu, suyu değişmek, ruhsal özelliklerinden uzaklaşmak…

Yine sözlüklerde soysuzlaşmak; Yaşambilimsel, doğal, törel, toplumsal bozulmaya, dağılmaya uğramak, soyunun yüksek değer ve niteliğini yitirmek…

Yaşama şekillerinde ve görevlerinde gerilemek, bozulmak, yozlaşmak…

Toplumlarda ve bireylerde her iki durum, yani “yozlaşma” ve “soysuzlaşma”   oluyorsa ne yapıp edeceğiz o zaman?

İşte herkesin sıradan, olağan saydığı değer, değişim ve dönüşümleri, başka milletleri taklitleri bireylerde, özel hayatlarında(sanal ve gerçek) olduğu gibi, siyasette de görmekteyiz ve bu durum,  ayrıca almış başını gidiyor! “Dur diyeceklerin dahi, bir “ denilemeye” ihtiyaçları var. Maalesef.  Bu günün dünyasında bile, geleneksel ama hala çağdaş bir şekilde ayakta duran aileler, toplumsal yapılar hatta devletler vardır ve kendi etkileri içerisinde dimdik ayakları üstünde durmayı başarmışlardır.  Elbette ki çağın getirdiği değişim ve dönüşümler onlarda da yaşanmaktadır.  Ama, özüne uygun şekilde, özünü bozmayacak durumda. Yozlaşmaya ve soysuzlaşmaya izin verilmeden…

Bir zamanlar toplumda erkek/bayan bütün gençlerin büyük şehirlere gidip “artiz olma” hayalleri varmış!.. Sonra, sonrasını Türk filmlerinden izleyin işte o zaman yozlaşmanın, taklitçiliğin ne demek olduğunu anlarsınız.

Şimdi de, kapitalizmin “bırakın yapsınlar, bırakınız etsinler, bunlar birer tercih meselesi olmalıdır, kimse bu tercihlere karışmamalıdır, anne baba dahil tercihler üzerinde baskı yapmamalıdır”  şeklinde ki özgürlük anlayışına uygun bir özgürlük anlayışı moda oldu. Amerikalı Pop Art Ekolü’nün öncüsü ressam, sinemacı ve vs Andy Warhol deyişi ile artık “Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak”. Ünlü oluyor da zaten. Ödenen bedelleri de, şimdilerde TV dizilerinden öğrenin, ben bunlardan pek anlamam. Anladığımı ancak sınırlı bir kesime anlatabiliyorum!..

Sıradanmış gibi görünen bu kişisel yozlaşma ve soysuzlaşmanın topluma ve bireye dolayısı ile milletlere bir etkisi olmuyor mu? Hem de nasıl? Kişilerde başlayan bu soysuzlaşma ve yozlaşma slgın bir hastalık gibi toplumun her kesimine, günlük yaşamdan siyasete kadar her alana hızla yayılmakta ve işin kötüsü de hiç kimseyi rahatsız etmemektedir.

Ben bu necip milletin ekabirlerinin engin öngörüsüne ve tecrübe ile mücadelesine çok inanır ve güvenirim. Şimdi burada söylemem gereken söz ise bir ironi… Söz gelimi. O yüzden bir feminist değil ama bir İNSAN HAKLARI SAVUNUCUSU ve insan onuruna değer veren biri olarak, konuyu asla cinsiyet ayrımcılığı ve şiddet olaylarından ayırarak ve farkında olarak kullanıyorum.  İnsanların cinsiyet ayrımına tabi tutulmasından nefret ediyorum çünkü insanlar iki ayrı cins olarak bir bütünü sağlarlar. Anadolu’da “Kızını dövmeyen, dizini döver” diye bir söz vardır. Burada anlatmaya çalıştığımız gibi bu söz katı mantıkçı açısından çok kaba ve çok yanlış olsa da, işin ironisi ve vurgulama açısından oldukça önem arz etmektedir. Bazı şeyleri zamanında yapmak gerektiği konusunda…

Gerçekten bireylerden tutun da, topluma, özel yaşamdan tutun da, siyasete kadar o kadar çok bozulma, yozlaşma, bunun sonucunda da soysuzlaşma yaşıyoruz ki, belki de yaranın sıcaklığı ile bu durumun farkına bile varamıyoruz.

Farkına vardığımız zamanda da, kişisel ve ferdi yaşantılarımızda olan ve olacaklar ile ilgili olarak “dizimizi dövmenin”, siyasi, tercih ve seçimlerimizde ise “elim kırılsaydı” demenin inanın ki hiçbir kimseye hiçbir önemi kalmayacaktır. Kişi olarak, toplum olarak her alanda yozlaşıyoruz, soysuzlaşıyoruz, haberimiz dahi olmuyor, olsa da elimizden çok bir şey gelmiyor?  Evet, duyduk duymadık demeyin. Bakın biz buradan durumun vahametini ilan ediyoruz. Selâmetle!

Yazarın Diğer Yazıları