
Sosyal medyada ego ve narsizm
Mehmet Kaçar
Rivayet göre, günlerden bir gün avlanmaya çıkan Narkisos, bir derenin kenarında elini yüzünü yıkarken Eko isminde ki bir kız Narkisosu görür. Onu görür görmez ona yıldırım aşkı ile vurulup aşık olur. Zengin ve oldukça nüfuzlu bir ailenin kızı olan Eko, ne kadar ısrarlı davranırsa davransın Narkisos dan bir karşılık bulamaz. Bu durumdan çok etkilenen ve travma yaşayan Eko, karşılıksız aşkının acısını çeke çeke ölür. Bu durumdan çok etkilenen Olimpus dağının eteklerinde yaşam sürdüren Narkisosa ceza vermek isterler. Birinin aklına fena bir fikir gelir. Biz bunu kendini çok beğenmiş biri yapalım derler.
Narkisos, yine berrak ve tertemiz akan derenin suyunun yanına gelir. Suya eğilerek elini yüzünü yıkarken, derenin suyundaki kendi yansımasını görür ve kendini o kadar çok beğenir ki bu beğenmesinden sonra şoka girer. Kendi kendine şöyle mırıldanır: -“Bu ne lan! Aman tanrım ben ne kadar çok yakışıklı birisiymişim, ne kadar çok tatlıyım, ne kadar çok güzelim, bendeki bu güzelliği hiç kimse görmemeli. Bu sadece bana ait, hiçbir kimse ile bu güzelliği paylaşamam. Bu güzelliğimin kimse benden zerresini dahi almamalı. Bu güzelliği görüp de kıskanmamalı” der.
Suyun başında kendi görüntüsüne hayran hayran bakarken aç susuz kalır ve oda orada ölür gider. Tahmin ettiğiniz gibi Yunan mitolojisinde bulunan bu hikayenin kahramanları Eko, egoizmi yani egoyu, Narkisos ise Narsizmi yani kendini çok beğenmişliği, adeta kendine tapmayı ve ukala duygularımızı temsil eder.
Ne yazık ki, bu durum bizlerin ruh dünyalarını işgal eden duygulardır. Kendimize yalan söylememizi ve başkalarının da yalanlarını büyük bir iştahla dinlememize neden olmaktadır.
Sosyal mecralarda paylaşılan fotoğraflara, resimlere, yazılara baktığımız zaman herkes mutlu, herkes huzurlu, aksi giden hiçbir şey yok. Oradaki konuma göre bizi kimse üzmez, kimse incitmez imajları, bakışları ise bana göre tamamen yalan.
Çünkü, Sosyal Medya aracılığı ile sahteciliğe alışıyoruz. Sahtecilik de bir açıdan yalancılıktır. Yahut da buralarda sahteliğe, yalancılığa alıştırılıyoruz. Artık haberlerde sık sık duyar olduk. İnternette tanışmış olduğu sevgilisi tarafından darp edildi. Oysa darp edenin sosyal medya mecrasında yapmış olduğu paylaşımlara baktığımız zaman, o kadar kültürlü, o kadar naif, zarif bir insan olduğuna kanaat getirmiştik. Onlarca içeceği kahvenin yanına kitap koymuş şekilde fotoğrafları vardı. Sinemaya giden, tiyatroya giden, o sanat galerisinden bu sanat galerisine koşan bir insandı.
Ama gerçek hayatta işte kütük gibi birisiydi. Ne yazık ki fark etsek de fark etmesek de teknoloji dünyasında bir yarış halindeyiz. Tabi ki burada ki yarış sadece üretimde değil aynı zamanda tüketimde de olmaktadır. İki üç maaşı ile ancak alabileceği bir telefona sahip olmaya çalışmak, işte tüketim ekonomisinin yarışına bizleri çoktan sokmuş durumdadır. Hadi bu telefonu satın aldık diyelim, bu seferde bu iletişimli telefonlarda yaptığımız paylaşımlarda yarış yapar duruma geliveriyoruz. Yaptığımız bu paylaşımlarda unutmayalım ki başkalarına kendi hayatımızın harika olduğunu göstermeye çalışmak, onları değil kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir.
Bende tatil fotoğrafları atacağım, çünkü eğleniyorum, mutluyum, huzurluyum, bilmem kaç para vermiştim, yemeden önce bunların fotoğraflarını çekip paylaşımda bulunmalıyım, hele hele özel anlarımız, en özellerimiz, unutmayalım bunlar aslında bizim mahremlerimiz oluyor ve onları bari paylaşmayalım. Oysa, mahremiyetmiş, özelmiş, geç bunları, önemli olan gelen beğeniler, leighlar, alkışlar, emojiler, paylaşımlar…
Ne yazık ki gençler başta olmak üzere, kadınıyla, erkeğiyle fark edemediğimiz bir girdabın içerisine ilerlemekteyiz. Peki ne yapmamız lazım o zaman? Hayatımızdan teknolojiyi tamamen çıkarıp atalım mı? Tabi ki hayır. Kısa bir zaman dilimi de olsa camın arkasından takip etmiş olduğumuz hayattan sıyrılıp, gerçek hayatın tadını çıkaralım.
Sevdiğimize, eşimize, çocuğumuza, annemize, babamıza zaman ayırıp onların yüzüne bakalım. Geçmişte de egoizmini ve narsizmini tatmin etmeye çalışan ve bunları da dedikodu, gıybet, kin ve haset yolları ile gidermeye çalışan pek çok insan yaşamıştır.
Bugün binmiş olduğumuz metrolarda, halk otobüslerinde, dolmuşlarda, tramvaylarda yanımızda oturanlara, yolda karşılaştıklarımıza, iş yerlerimizdeki iş arkadaşlarımıza selam verelim. Komşularımızı ziyaret edelim. İnsanlarla iletişime geçmeye çalışalım. Yüzümüze ayna da dahi olsa şöyle bir bakalım. Çocuğumuzun ilk adım attığı anı kayıt altına almak yerine, onun gözlerinin içine bakarak onunla iletişime geçelim ve onunla o mutluluğu beraber yaşayalım. Selam ve Dua ile!..