
Sebebe Sarılmadan Yapılan Duadan Netice Alınamaz!
Mehmet Kaçar
Özellikle ağlayarak dua etmeyi bu millet fetoş dan ve kandil gecelerini ağdalı, süslü dualarıyla meşhur olan dua hanlarımız, “Yâ Rabbe’l- Âlemin! Filistin’e zafer nasip et!” demekle aynı kapıya çıkan niyazlar da bulunurlar. Göz yaşlarını döke döke, burunlarını çeke çeke dua ederler. Cemaatte, bu dua hanlara takdir ve hayretle bakarlar.
Bu, fetoşu ve dua hanları sorgulama dan, ne dediğine ve içeriğine bakmadan âmin diyen ve fetonun ağlamalarına, salya sümük çekmelerine karşılık veren cemaat için, “Filistin sorunundan Suriye-Irak, Afganistan, Mısır meselelerine kadar her işi Allah deruhte edecekse, o zaman biz insanlar ne yapar, hangi işe yararız. Zira zaten onlar bu işi yapıyorlar. Filistin’in kurtulması için dua ederken, İslam ülkelerinin, silahlanmadığı, İsrail’in hibrit tohumlarını alıp onların askeri silahlarının maddi kaynağını vererek, geliştirdiklerini hiç düşünmüyorlar.
Bu durum da biz ne işe yararız ve hangi işi yaparız diye düşünüyorum hep.
“Adam, şunu diyor ‘bir kırk yasin okuyuver de, oğlum imtihan kazansın, işe girsin’ oysa oğlu hiç imtihan hazırlığı yapmamış. ya da işe girecek yeterlilikte diploması bile yok.”
Bir kardeşime dedim ki, şu sizin şeyhlere bir söyleseniz de, hep mudileri için dua edip onları kurtarmasın lar da, her konuda, Türkiye’de dua edip dualarının şek ve şüphesiz kabul olduğuna inanıyorsunuz. Bu durum da bunların yapabilecekleri dualarla, Suriye, Mısır, Filistin ve diğerleri kurtulup huzura erebilirler.
Verilen şu cevap her şeyin üstünde ilginç mi ilginç ve hayrete düşürücü geldi bana.
“Bizim şeyh ve mudilerimiz, zaten her an onlar için dua etmeye devam ediyorlar. Bu insanlar Allah dostları ve gavslar oldukları için dualarının kabul edilmelerinde şek ve şüphe yok. Geri de çevrilmez. Şüphe duysaydık zaten onlara mürit olmazdık. Ama onlar, bunların yaptıkları duaları geri çevirip kabul etmiyorlar ve muzaffer olmaları bu durumda tabi ki zor ve olamazlar da zaten.” deyince de küçük dilimi yuttum. Ne cevap vereceğimi de o dakikadan sonra düşünemedim bile.
Bu tür bir Allah inancı ve dua üslubun da şek ve şüphe götürmeyen çok ciddi akide bozuklukları vardır.
Şunu iddia edebilirsiniz. Kur’an da ‘Rabbimiz! Ehl-i Küfre karşı bize yardım et; bize sabır ve mentanet bahşet; ayaklarımızı sabit kadem kıl” mealindeki dua ve niyaz ifadeleri çoktur.
Hendek Harbinde de, Efendimiz dua ve niyaz da bulunmuştur. İyi de kardeşim Hendek Harbi için o günkü şartlar da gerekli olan tüm ekonomik ve tüm savaş teknikleri için gereken, ok, zırh, taş, at deve en önemlisi de hendek kazımı işi, sebebe sarılmaktan başka nedir. Sebebe sarılıp sonrasın da da başarı için dua edilmiştir.Niyaz da bulunulmuştur.
Ayet ve Sünnete tabi olurken canımızı veririz.
Bu niyaz ve dualar, bu gün için düşünürsek, karada, havada, denizde, sanayide ve fende en üst düzeyde teknoloji ve orduya sahip olduktan sonra yapılmalıdır.
Oysa, bu gün Müslümanların kandil gecesi dua hanlarının ve fetoş tipi televizyon ve basın yayın sahiplerinin dua formatları, hiçte islami formata uymamaktadır. Kılımızı kıpırdatmadan, şeyhlerimizin, gavslarımızın, yapacakları dualarla bu işleri hemen halledebiliriz, hatta kılımızı kıpırdatmadan, hiç sebebe sarılmadan, çaba sarf etmeden her türlü meseleyi doğrudan doğruya Allah’a havale etme tarzında niyazlar dır. Bundan da ötesi, klişeleşmiş bir dua ezberlenerek her kandilde o format ezber duaları, harf harf ezberden okunan dualardır. Hoca ne derin adam böyle saatlerce dua edebiliyor bak anlayışlı cemaat de huşu vudu ve gözyaşı....
“O güçlü, kudretli halk Arz-ı Mevûd’da bulunduğu sürece biz oraya adım bile atamayız. “Sen ve Rabbın gidin onlara karşı savaşın. Biz şuradan şuraya adım bile atmayız.” diyerek “Hz. Musa’ya isyan eden İsrail oğullarının Arz-ı Mevûd’u, Rab Yehova’nın fethetmesinden” hiç farkı olmadığını biraz ayet bilgisi olan hemen fark eder.
Başta Allah’la ilişkimiz olmak üzere insan tolum, söylem, eylem gibi pek çok kritik konular da gayri ahlakiliği huy edindiğimizden hiç kuşku yoktur.
İşin en acı tarafı da ahlaksızlığımız, bilgisiz ve cahilliğimiz, sorumsuzluğumuz ve eyyamcılığımızı sık sık dine refere ediyor olmamızdır. Oysa, Efendimiz; “Sizden biriniz, herhangi bir kötülük ve çirkinliğe şahit olursa, onu eliyle, olmadı diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse buğz etsin ki bu da (bir mü’min için) olmazsa olmaz derecesidir.
Allah’a yapacağımız dualar, ağdalı ve fiyakalı, retorikle değil, fille sabit olur ve Allah katında da bu minvalde karşılık bulur. Bakınız; Filistin için Osmanlıdan sonra hep dua ettik hiç bir zaman onlar kadar güçlü bir ordusu olsun diye Filistin’e yardım etmedik. Turki cumhuriyetlerde ki kardeşlerimize dua ettik ama onları kurtaracak güçte bir ordumuz olmadı. Sebep hasıl olmayınca, fiil olmayınca sadece ruhta kaldı duamız ve başarı gelmedi tabi ki. Sonrasında da duamızın neticesini hep ahirete erteleyerek sebep leri de ertelemeye devam ettik durduk.
Sözü çok daha ileri dereceye taşımadan, hiçbir mezhep görüşüne, cemaate sataşmadan (mutezile, cebriye, ehli sünnet, kaderiye, şia ve diğerleri.)
Suriye, Filistin, Mısır ve diğerleri, Müslümanların sorunlarını çözeceksek eğer, atılması gereken adımlar zaten bellidir. Kara, Hava, Denizde, Sanayii ve fende gerekli donanımlara sahip olmak, bu donanımlarla düşmana caydırıcılık verecek gücü bulmak, toplumsal ölçekte de ahlak, hukuk, adalet ve siyasette Allah ve Rasulünün yolunu öğrenip takip etmek, tüm bunlardan sonra da yaratana el açıp yalvarıp niyaz da bulunmak .
Mehdi gibi gavs gibi kişilerin dualarından, sebebe sarılmadan medet ummak, Mekkeli müşriklere benzemekten de başka bir şey değildir.