Mehmet Kaçar

Sanki kaybeden biziz!

Mehmet Kaçar

Şöyle bir tefekkür edip, geçmişe doğru düşünce âlemlerine dalıp gidiyorum bazen. 1970’li yıllarda ki “diriliş nesli”nin çektiği çileleri, ızdırapları en acı bir şekilde yaşayan gençlere günümüzde artık rastlamıyoruz. Varsa da orada burada herhangi bir köşede yalnız başına yaşamaya devam ediyordur. Demek ki bizler bir yerlerde eksik ya da yanlışlar yaptık. O yıllarda yayınlanan dini eserleri paramız olmadığı  halde  bir yolunu bulup elde ederdik ya da ödünç alır okurduk. Okumak ve dava için bir şeyler öğrenmek her şeyin önünde gelirdi. Eğer o eseri herhangi bir yoldan temin edemesek dahi bir gün alıp okumayı hayal eder bununla dahi mutlu olurduk. Bir gün devlette bir görev alırsak ülkenin en ücra köşelerine gidip kulübelerde yaşayıp insanlara davamızı anlatmayı hayal ederdik.  O yıllarda bu ideal uğruna aç kalan, ayakkabısı yırtık olan, üç dört yıllık ceketi olan, bir simitle akşama kadar yetinen hatta bu simit’i arkadaşları ile paylaşan ama o eseri almayı en azından hayal eden bir gençlik vardı.

 Bu gençlik elimizden avucumuzdan bir sabun kalıbı gibi kaydı gitti. Oysa sabun temizleyici idi ve biz onu elimiz de  tutacaktık ve temizliğimizi yapacaktık. Maalesef biz sabun kalıbını elimizde tutmayı beceremedik. Tutmayı öğrenemedik, değerini bilemedik bir sabun değil mi dedik geçiştirdik. Bir köşeye fırlatıp attık. Nasıl olsa yenisini alırız veya devlet verir dedik.   Sabun kalıbı elimizden kaydı gitti, elimizde kirli kaldı, yüreğimizde de buruk bir acı bıraktı. Ah! O gençlik der dururuz…

Nerede o, ben ilahi okuyayım, Cuma nazmı kıldırayım, Kur’an tilavet edeyim, müezzinlik yapayım diyenler. Acaba hangi camide bu fırsatı bulurum diye yanıp tutuşan gençlik? Nerede o, bir piyes dahi olsa onunla İslam’ın mesajını insanlara ulaştırırım diyen ve bu uğurda engel tanımayan ve ailesi tarafından desteklenen  gençlik!...

1985 yılından beri çeşitli illerde, ülkelerde ve okullarda eğitmen olarak görev yapmaya çalışıyorum. Bu konuda ilk önce kendimi eleştirmeye devam ediyorum. Yaptıklarımı değil, yapamadıklarımı sorgulayıp duruyorum. O yıllara göre çok çok gerileyen bir nesli görünce, ilk önce kendimi suçlayıp, gençlerin lâkayıt ve hedeften uzak oluşlarını gördükçe yüreğimi parçalıyorum.

Günümüzde İslam adına konuşacak olursak, aileler ve okullarda çok hedefi olmayan gençleri yetiştirmeye devam ediyoruz. Üzücü olanda bu değil mi? Ben Müslüman’ın desin yeter anlayışı ile görevimizi yaptığımızı zan ediyoruz. Nasıl olsa rızkı veren ve rızka kefil olan rızkımızı vermeye devam ediyor.Şunu unutmayalım ki; rızkımıza kefil olan imanımıza kefil değil.  Gerisi de gerekmiyor anlayışı almış başını gidiyor. Bizim buralara sürüklediğimiz bu gençliği; bugün yeniden keşfedip, zaaflarını, isteklerini , neşelerini öğrenip yeniden bir silkeleyip toparlamamız gerekiyor.

Bu gençlerin yeniden toparlanması için çok ciddi projelerle, çok ciddi eğitmenler gerekiyor.  Bu ideolojik bir saplantı falan değil, sadece gençlere bir yaratılış ve fıtrat idealini kazandırmamız gerektiğine inanıyorum. Bu yolda da bir nokta olmaya daima gayret edeceğim. İsteyenlere koşarak geleceğim.

Sağcı-solcu değil sade ve yalın bir şekilde Müslüman bir gençliğin yetişmesi için çabalamaya son nefesime kadar devam edeceğim.

Dini adına idealist, doktor, mühendis, eğitmen, siyasetçi vd. insan yetiştirmek için planlı programlı çok ciddi grup çalışmalarına ihtiyaç var. Herkes taşın altına elini koyarsa o taş yukarı kalkar ve elimizi ezmez. Bir elin nesi var iki elin sesi var.

Ülkesini, insanını, değerlerini, tarihini, bayrağınının önemini, rızkınının helalini bilmeyen ve umursamayan bir gençliği yeniden değiştirmemiz gerekiyor. Bu tabi ki çok zor ve maddi ve zaman ihtiyacı olan bir çalışma. Din sevdalısı, vatan sevdalısı, bayrak sevdalısı gençliği ne kadar çok özler olduk günümüzde.

Bugün Üniversitelerde yetişenlerin çoğunluğu demesek de, özgürlük adına vatan hainliği yapanlar, tarihimizin, kültürümüzün yanından bile geçmiyorlar. TV’lerde ki yarışmalarda öküzü, sıpayı, buzağıyı bilmeyen üniversitelileri gördükçe acayip kızıp, acayip üzülüyorum.

Peygamber Efendimizi tanımayan, Mekke ve Medine’yi  bilmeyen, subhaneke duasını dahi ezberden okuyamayan, boy abdestinin farzlarını bilmeyen, namazı niyazı ve kıbleyi öğrenmekten utanan, İslam Medeniyeti’nin  “me”sini dahi tanımayan liseli oranı yüzde 50’nin üzerindedir inanın buna. Türkiye’nin  başkenti, vilayet sayısı, iklim özelliklerini bilmeyen bir sürü öğrenci vardır. Bunlara acaba nasıl bir ideal verebileceğiz ki. Kanunları kim yapar diye sorsan bunu bilen belki yüzde 20’lerdedir. Milli ve manevi  alanlar da çok eksik bir nesille karşı karşıya yaşıyoruz. Okul dersleri de demek ki bunları karşılamaya yetmiyor.

Rüzgarın estiği yöne doğru savrulan bir gençlikle beraber yaşıyoruz. Gençlerimiz çok duyarsız bir durumdalar. Öğretmen derste çok heyecanlı bir konu da  ders anlatsa bile öğrenci umursamaz bir tavır da yahut da uykusunda.

Hiçbir şeyde yapamıyorsun, hatta bırak uysun hiç olmazsa uyanık olan ve azınlıkta kalanlara ders işlerim diyorsun. Öğrenci velisi de öğretmen aleyhine sınıf kapısını dinlemekte, helikopter veli tipi ile hızla yetişmekte okula.. Bu öğrenci  tipi  ne ders, ne kültür, ne din ve nede düşünce istiyor. Ye yat ve bedavadan yaşa. Bu öğrenci tipi tamamen magazin,  moda   ve zevk-ü sefa  peşinde.  Yan gel yat, gelsin de nereden gelirse gelsin, haram helal ne fark eder der durumda.

Öğretmenden çok, TV dizilerinin baş rol oyuncuları ve futbolcu taklidi peşindeler. Yaşam , kılık kıyafet ve davranışları aynen onlar.

Bu durumda biz eğitmenlerin yapabilecekleri çok bir şeyde yok zaten. O zaman TV’ler acilen millileşmeli, basın ve sosyal  medya, magazin basını, spor kulüpleri millileşmeli. Gerekli bilgi ve kültür kaynağı olmalıdırlar. Ders müfredatı yeniden düzenlenip kendi kültürümüze uygun hale getirilmelidir. Bunları etkili bir şekilde destekleyen güç ve irade bulunmalı. Bu tür bir atılım yapamadığımız sürece geleceğimiz olan gençlerimizden çok fazla bir şey beklemeyelim. Selametle!..

Yazarın Diğer Yazıları