
Ruh-Beden Ve Gül
Mehmet Kaçar
Yaşadığımız yeryüzü, magma veya balçık çamur halinde iken, Cenab-ı Allah(c.c), meleklere emredip, bu magma üzerinde ve dünyanın merkezi olan Kabe’yi inşaa ettirdi. Böylece, Kabe dünyanın ruhu, kalbi haline geldi. Daha sonra da, Kabe’nin altından yeryüzünü yaratarak, bu günkü katı toprağı yarattı. Bu toprağa da, yerin üstünde görülen dağların iki üç misli büyüklükte, simestrisini yerin altında da yarattı. Böylece, yeryüzünün, deprem, zelzele gibi, yani beşik şeklinde sallanmasını engelledi.
İşte, dünyayı, yedi kara iklimine ayıran Rabbül Alemin, yine meleklere, bu iklimlerden toprak parçalarını alıp, bugünkü Hindistan değil, Hint ceziresin de toplanmasını emretti. Melekler, dünyanın coğrafi iklimlerini taşıyan bu toprakları, Hint ceziresinde topladılar.
Yine, melekler, bu toprak parçasına insan sureti vererek, hint ceziresinde kırk yıl(dünya yılıyla, belki 4 dakika) mayalanmaya bıraktılar. Evde, annelerimiz, mayalı ekmek yapmak için , mayaladıkları hamuru, mayalanması için beklemeye alırlar. Bu hamur mayalanınca da mayalı ekmek yapımına geçerler. İşte, Hz. Adem’in bedenini oluşturan, toprak parçacıkları (zenci-beyaz- sarı- kızıl derili tenler ve benzeri) mayalanıp, tek bir beden haline geldi.
Bu bedene daha sonra, vücudun gerekli görülen aksamı, bir plan dahilinde (kalp, böbrek, mide, damarlar gibi aksamları) ve nefis verildi. Böylece insan, beden olarak üç aşamadan geçip, insan olmaya hazır hale gelince, dördüncü aşamada da ruh üflendi. İnsan, can ve fer kazanarak hareketlendi. Derman kazandı. Nefret etmeyi, sevmeyi, mutlu olmayı, ağlamayı ve benzerlerini öğrendi.
Tam bu aşama da şu soruları sorabiliriz. Nedir o zaman bu ruh?, İnsan vefat edince ruh nerededir?, İnsan öldükten sonra ruh dünyaya geri döner mi? Reankarnasyon yada hulilizm var mı?
Şimdi, bir gül çiçeğini düşünelim. Bu gülün ağacı var, dikeni var, yaprağı var, çiçek açacak yaprakları var. Bunlar hazır hale gelmeden, gül kokusunu koklayamazsın. Gül tamamen hazır hale gelir ve koku vermeye başlar. İşte, gül ağacı, ruhtan önce var olan beden ve nefis gibidir. Gülün kokusu da ruhtur. Gülle, kokunun ilintisi ne kadar yakın ve sıcaksa, insan bedeni ile ruhun ilişkisin de aynı oran da, o kadar sıcak ve ilintilidir. Gül ağacı kurur vaya çiçeği solarsa, o zaman ölüm hadisesi gerçekleşmiştir ve gülün kokusu da gitmiş olur. İşte bu şekilde ruhun ölümle bedenden ayrılması gerçekleşir. Ruh bedenden ayrılır ama cesetle beraber kabre oda gider. Cesede en yakın yerde cesedi bekler. Hatta, kabir de sorgu ve sual anında bedene dönen ruh cevap verir.
Hint kültüründe var olan, Reankarnasyon ve Yoga, İslamın, ruh beden ilişkisine tamamen zıt bir anlayıştadır. Ruh cesedi terk etmiş olduğu halde dünyaya dönmez. Reenkarnasyon da ise, dünyadayken, iyi insan olanların ruhu, dünya ya döner ve kral, kraliçe gibi iyi insanlar da yaşamaya devam eder. Dünya da iken kötü olan ruhlar ise hayvanların ruhu olarak geri dönerler(Yılan ruhu, kedi ruhu, aslan ruhu, kaplan ruhu, fare ruhu gibi).
Bu tür bir yaklaşım tarzı, Hint Felsefesinde ki Hululizim de vardır ve İslam dinine göre bu tamamen yanlıştır. Bunu çürütebilmek için sadece bir tek ayet bile yeter de artar.
Dünya dan günahkar olarak ahirete irtihal edenler, mahşerde, cehennemlik olduklarını anlayınca, Cenab-ı Hakk’a şöyle yalvarırlar:” Yâ Rabb! bizi tekrar dünya ya göndersen de, biz ora da iyi insanlar, olarak tekrar ahirete dönsek...
Cenab-ı Hakk’da şöyle nida eder; bu gün artık dünya ya dönüş yoktur ve herkes, dünya da kazanıp ta buraya getirdikleri ile yani kendi amellerine göre muamele göreceklerdir.” denilir.
Ruh ve beden, gül ve gül kokusu ilişkisinde olan illiyyet ve bağıntı olan şeklindedir.
Selam ve dua ile.