OSAMANLILAR KAÇ YILBAŞI KUTLAR DI?(MUHARREMNAMELER)
Mehmet Kaçar
Osmanlı İmparatorluğu zamanında, Türkiye topraklarında iki resmi, iki de gayri resmi yılbaşı olmak üzere 4 yılbaşı kutlaması vardı. Bunlar: Asırlardan bu yana kutlana gelen hicri takvimin ilk ayı olan Muharrem’in ilk günü ve 19. Yüzyıldan itibaren uygulamaya konulan Rumî takvimin başlangıcı ve Malî senenin ilk günü olan 1 Mart, nüfusunun daha az(dar) bir kısmının kullandığı, o zaman ki adı ile “Efrenci Takvimi”nin ilk günü olan ve Katolik Hristiyanların kutladığı 1 Kânunisanî, yani 1 Ocak ile İstanbul’da yaşayan Rum vatandaşlarımıza has olan ve genellikle 13 Ocak’ta kutlanan Ortadoks Yılbaşısı.. Yılın son ayı olan Zilhicce’nin çıkıp ilk ayı olan Muharrem’in gelmesi ile beraber yeni yılda gelirdi ama o zamanın yeni senesi resmi ve dinî ağırlıklı kutlamalar içermekteydi. Muharrem ayının gelişinin, yani yeni yılın halk tarafından eğlencelerle kutlanması diye bir şey zaten yoktu ve ufak-tefek resmî kutlamalar da genellikle sarayda ve büyük zengin konaklarında yapılırdı. Başta sadrazam olmak üzere zamanın vezirleri ile devletin diğer ulusları Muharrem’in gelişi münasebetiyle saraya gidip padişahı tebrik ederler ve her birine mevki ve makamlarına göre “Muharremiyye” denen hediyeler dağıtılırdı. Hediye genellikle para cinsinden olurdu ve devlet protokolündekilerin de maiyetindekilere aynı şekilde “Muharremiyye” vermeleri âdettendi. “Muharremiyye” geleneğinin temelinde yeni bir senenin gelişinin kutlanması değil, eski asırlardan, tââââ 4 Halife döneminden bu yana devam eden bir inanç geleneği vardı: Yeni yılın ilk günü alınan para da bereket olduğu ve uğur getireceğine inanılmasıdır. Bu nedenle o gün hemen herkes akrabalarından az da olsa bir miktar para kopartabilmeye çalışır, hatta bu iş biraz da şakaya götürülerek, dostlarının istedikleri borcu o günün 1 Muharrem olduğunu unutarak verenler, karşısındakinin “Yeni seneniz hayırlı olsun!” diyerek parayı öpüp cebine atmasıyla hayrete düşer ve “Nasıl da fakabastım!” diye kendilerine kızarlardı.. Muharrem ayının, yani yeni yılın gelmesi işte bu kadarlık bir eğlenceden ibaretti. Ama yeni seneyi en fazla bekleyenler, o devrin şairleri olurdu. O gün hükümdara ve devletin büyüklerine hitaben yeni senelerini kutlayan şiirler takdim edilir, okunup takdir görmeleri heyecan içerisinde beklenirdi. Bir-ikisi Türk Edebiyat’ın da seçkin yer edinmiş olan bu şiirlere de “Muharremiyye” adı verilirdi ve bunlardan amaç da yazılıp sunularak aynı amaçları taşıyan meblağları, yani kese içerisinde altın “Muharremiyeleri” alabilmekti. O halde bir ocak tarihi neden ön plana çıkarıldı? Derken, bu 4 yılbaşından biri olan 1 Ocak, seneler sonra diğer üçünün önüne geçirildi!? Biz, sosyal hayatımızda ki ilk büyük değişimi 1839 yılında ilan edilen Tanzimat Fermanı’nın ardından yaşamaya başladık. Halkın sandalye ile tanışması ve ona oturması, çatal-bıçak kullanmaya başlanması, nâdiren de olsa kadınlı-erkekli davetler verilmesi gibi o zaman için alışılmadık ve çok yeni olan davranışlar, günlük hayattaki değişikliklerin öncüleri olmuştur. 31 Aralık’ı, 1 Ocak’a bağlayan geceye “yılbaşı” dendiğini ve diğer gecelerden daha değişik şekilde, en azından eğlenilerek geçirildiğini de yine Tanzimat fermanından sonrasında, başta İstanbul olmak üzere İmparatorluğun diğer büyük şehirlerinde yaşayan yabancılardan ve sâkinlerini Avrupalılar’ın teşkil ettiği mahallerden öğrendiler. Yılbaşı kutlaması ile ilk tanışan Türkler, bulundukları yerlerdeki Hristiyan cemaatle temasta bulunan ve o gece verilen davetlere katılanlar oldu ve bu davetlerde tuhaflıklarda yaşandı. Özellikle 19. Yüzyılda yabancıların kaleme aldığı seyahatnameler, sakinlerinin çoğunluğunu Hristiyanların teşkil ettiği Galata taraflarındaki yılbaşı davetlerine iştirak eden Türklerin nasıl şaşkınlığa düştüklerini, eğlendirici üslupla hikâye etmişlerdir. Milâdiî Yılbaşı, Tazminat Fermanından sonrasında ki sosyal yenilikler arasında en ağır yayılanı olmuştur. Çünkü yılbaşının 24 Aralık gecesi kutlanan Noel ile karıştırılmasından, Noel uzantısı zannedilmesinden, dolayısı ile de bir “Hristiyan Bayramı” olarak görülmesi ihtimalinden çekiniliyordu. Türkiye’nin “yeni yıl” kavramıyla tam olarak ne zaman ve nasıl tanıştığını bilir miyiz acaba? 26 Aralık 1925 yılında çıkartılan ve Milâdî takvimi “resmi takvim” yapan kanun sayesinde tanışmış olduk. Selammetle!...